SOSYAL FOBİ
Sosyal Fobi, konuşurken, piyano çalarken veya yazı
yazarken başkaları tarafından gözlenme korkusu duyan hastaları tanımlamak için
ilk kez 1903’de Janet (phobies des situations sociales) tarafından
kullanılmıştır . Sosyal fobi, 1966’da Marks ve Gelder tarafından tanımlanmasına
karşın ilk kez APA (1980) tarafından yayımlanan Mental bozuklukların Tanısal ve
Sayımsal El Kitabının (DSM-III) 3. Baskısında yer almıştır. Klinik betimsel ve
davranış tedavisi incelemelerindeki uzun deneyiminden sonra 1969 yılında Marks,
fobileri; agorafobi, sosyal fobi, hayvan fobileri ve değişik özgül fobiler
olarak dörde ayırmıştır. Marks’a göre bu dört fobi alt tipi birbirinden
yalnızca klinik bakımdan değil, başlangıç yaşı, seyri, epidemiyolojik
özellikler açısından oldukça farklıdır. Böylece sosyal fobi Marks’ın etkisiyle
ayrı bir rahatsızlık olarak ele alınmaya başlanmıştır. Marks’ın özünü başkaları
tarafından gülünç görünme korkusunun oluşturduğu, başka insanların varlığında
yeme, içme, ses titremesi, yüz kızarması, konuşma, yazı yazma veya kusmadan
korkma şeklindeki sosyal fobi tanımına DSMIII, DSM-III-R’de büyük ölçüde yer
verilmiştir. Günümüzde ise sosyal fobi DSM-IV ve ICD gibi ana sınıflandırma
sistemleri içinde anksiyete bozuklukları arasında ele alınmaktadır.
Sosyal fobi, DSM-III-R‘ ye göre: “Başkaları tarafından
değerlendirileceği bir ya da birden çok durumdan sürekli korkma; utanç duyacağı
ya da rezil olacağı biçimde davranabileceğinden veya bir şey yapacağından
korkma” olarak tanımlanmış, örnekleri arasında da toplum önünde konuşurken,
konuşmasını sürdüremeyecek olma, başkalarının yanında yemek yerken,
yedikleriyle boğulacakmış gibi olma, genel tuvaletleri kullanamama,
başkalarının önünde yazı yazarken elin titremesi, sosyal durumlarda soruları
cevaplandıramayacak olma ya da aptalca şeyler söyleyecek olma durumları
belirtilmiştir.
DSM-IV’ de ise sosyal fobi “tanımadık insanlarla
karşılaştığı ya da başkalarının gözünün üzerinde olabileceği, bir veya birden
fazla toplumsal ya da bir eylemi gerçekleştirdiği durumdan belirgin ve sürekli
bir korku duymadır. Kişi, küçük duruma düşeceği, utanç duyacağı bir biçimde
davranacağından korkar (ya da anksiyete belirtileri gösterir). Kişi, korkusunun
aşırı, anlamsız olduğunu bilir. Korkulan toplumsal durum veya bir eylemin
gerçekleştirildiği konumdan kaçınılır veya yoğun kaygı, sıkıntı ile bunlara
katlanılır. Kaçınma, toplumsal ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumdan
sıkıntı duyma, kişinin olağan günlük işlerini, mesleki ya da eğitimle ilgili
işlevselliğini, toplumsal etkinliklerini veya ilişkilerini bozar” şeklinde
tanımlanmaktadır .
Sosyal Fobiklerin Tipik Davranış Biçimleri
Sungur ’a göre sosyal fobiklerin tipik davranış biçimleri
şöyle özetlenebilir:
a) Kişinin ilgi ve dikkatinin kendisi üzerine odaklanması,
b) Kişinin kendisi ile ilgili olumsuz değerlendirmeler
yapması,
c) Kaçma ve kaçınma davranışları,
d) Normal işlevlerin kesintiye uğraması,
e) Sosyal beceri eksikliği.
Sosyal Fobinin İki Ayrı Alt Tipi
Sosyal fobinin iki ayrı alt tipi bulunmaktadır. Bunlar özgül
ve yaygın sosyal fobi olarak adlandırılır. Yaygın sosyal fobi, hemen tüm sosyal
ortamlarda ortaya çıkan korku, kaygıdır. Özgül sosyal fobiye göre daha çok eş
tanı gösteren, daha çok yeti yitimi yapan, daha çok ailesel özellik gösteren ve
daha uzun süren alt tiptir.
Özgül sosyal fobi, bir veya birkaç sosyal ortamlarda sınırlı
korkuları tanımlar. Yaygın sosyal fobi, tüm sosyal fobilerin üçte birini
oluşturmaktadır ve belirtileri çekingen kişilik bozukluğu belirtileri ile
%70-80 oranında örtüşme göstermektedir.
Sosyal fobide
Görülen Korku ve Kaçınma Özelliği
Sosyal fobi, kişinin başkalarınca değerlendirileceği birden
çok durumdan sürekli korkma; aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da gülünç duruma
düşecek biçimde davranacağından korkma olarak tanımlanmıştır
Sosyal fobinin temel psikolojik görünümü kişinin yapıp
ettiklerinin yersiz ya da yetersiz olarak değerlendirileceği düşüncesinden
kaynaklanan biçimde sosyal ortamlarda utanma ya da aşağılanmaktan aşırı ve
sürekli bir şekilde korku duymadır. Sosyal fobik bireylerde iki davranış
özelliği görülür. Bu özelliklerden biri korku iken diğeri ise kaçınma
özelliğidir.
Korku:
Sevgi, öfke, neşe ya da üzüntü gibi doğal olan duygulardan
biri de korkudur. Korku tehlike karşısında ortaya çıkan ve kişinin hayatta
kalmasını sağlayan, korumaya yönelik bir tepkidir .
Korku kişinin kendi düşüncelerinin sebep olduğu bir
duygudur. Bu düşüncelerin içeriğinde "tehlike" olduğu için korku
reaksiyonu verilir. Bu nedenle aynı durumla karşılaşan değişik kişiler, farklı
düşünceleri neticesinde farklı reaksiyonlar verebilirler. Ancak çoğu zaman
korkuyu yaşayan kişiler bunun kendi düşüncelerinden kaynaklandığını
bilmedikleri için, etkili bir çözüm üretme yoluna gitmezler ve çaresizlik
yaşayarak, korkularını kriz boyutlarına taşıyabilirler. Yaşanan bu krizler de
kaçınma davranışlarını arttırarak hayattan zevk alma potansiyelini azaltırlar.
Öte yandan, korku hissini yaratan ortamdaki düşüncelerini sorgulayan ve bu
ortamdan kaçmayan kişiler, bu duygularını yenmeleri sonucunda hem önemli beceriler
kazanırlar hem de kendilerine olan güven ve yeterlilik hislerinin artması gibi
anlamlı gelişmeler gösterirler.
Çocuk büyüdükçe toplum ortağı olur. Büyük insana benzer
korku ve kaygılar yaşar. Ülkemizde çocuk ve gençlerin korkularını belirlemeye
yönelik yapılan çalışmalarda; en yoğun olarak belirtilen 10 korku arasında;
anne- baba ya da aileden birinin ölümü, dini içerikli korkular, kendilerine
gelebilecek tehlike ve fiziksel örselenmeler (araba, elektrik çarpması, ateşli
silahla vurulma gibi), sosyal durum (derslerde başarısız olma, hata yapmak
gibi), hayvan korkuları olduğu, kız ve erkekler arasında bulgular açısından
benzer özellikler olduğu saptanmıştır.
Korkuların oluşma mekanizmalarına bakıldığında; Rachman
(2004)’a göre korku duygusu üç yolla kazanılır. Bunlar:
1-Doğrudan şartlanma: Örneğin bir çocuğun köpek tarafından
saldırıya uğramasından sonra oluşan korkular.
2-Modelleme: Örneğin; çocuğun annesinin ya da ağabeyinin
korkularını izlemesiyle oluşan korkular
3-Bilgilendirme: Örneğin; çocuğun diş hekimi, doktor ve
hastane ile ilgili öykü ve şakalar dinlemesi gibi.
Engellenme; bazı çocuklar korku ve kaygılarını keşfetmeye,
yaklaşmaya, nesnelere dokunmaya ve manuple etmeye karşı isteksizdirler.
Tanımadıkları kişilere yaklaşmaktan, etkileşimden kaçınırlar. Bazıları anne
babalarına yapışır. Çevredeki insanları tanısalar bile yanlarından ayrılmazlar.
Kimi anne babadan uzak, belli bir mesafede durur onlara korku ve ihtiyatla
bakar. Engellenmiş çocuklar ile utangaç çocuklar karıştırılmamalıdır.
Engellenmiş çocuklar tehlikeden kaçmaya karşı hazır olurlar. Tetikte ve
tedbirlidirler. Utangaç çocuklar ise diğer çocuklar gibi anne babalarıyla güvenli
ilişki geliştirebilirler.
Erişkin fobilerinin çocukluk çağına dayanan belirgin kökleri
vardır ve bazıları yetişkinlik döneminde de sürer. Çocukluk döneminde görülen
korkuların çoğu günlük deneyimlerinden kaynaklanır. Korkuların ortaya
çıkmasında genetik ve mizaç özellikleri de
etkilidir.
Korkuların yaşa göre değişiklik gösterdiği bunun nedeninin
ise çocukların yaşlara göre fantezileri, gelişen bilişsel beceriler ile
birlikte dünyayı algılama ve yorumlama becerisi olarak gösterilmektedir. İki ve
dört yaş arası; ayrılık ve kayıplara; ilk üç yaş ise bedenlerine yönelik korku,
okul öncesi dönemde ise; karanlık, hayali canavar, kaçırılma korkusu yaşandığı
gösterilmiştir. Altı yaştan sonra ise okul korkuları, performans kaygıları gibi
daha gerçekçi korkular başlar. Fobiler ise yaşa özgü değildir, uzun dönem devam
eder, istemli kontrollü durumun gerektirdiğinin ötesindedir. Açıklanamaz, genellikle
kaçınma ile sonlanır
Korku yaşayan çocukta; kalp hızında artış, soluk alışta
hızlanma, ağızda kuruluk, adalelerde gerginlik, tüm bunlar vücudu korku
durumunda kaçma ya da savaşmaya hazırlayan normal tepkilerdir. Korku çocukların
düşüncelerini de farklılaştırabilir. Yapamayacağım, beceremeyeceğim gibi
olumsuz beklentileri sıklaşır. Korkulan durumu tehdit edici olarak
algılayabilir. Davranış düzeyinde bazı çocuklar korku uyaranından veya ortamdan
kaçar, uzaklaşır.
Kaçınma; korkulan nesneden uzaklaşmadır. Kaçınma ile
nesneden uzaklaşılır ve korku azaltılır. Böyle davranmakla geçici bir rahatlık
sağlanır. Ancak bu durum uzun dönemde yaşamı etkileyecek uyumsuzluğa neden
olabilir.
Kaçınma: Anne babadan fiziksel olarak kaçınma ya da içe
çekilme, baş edilmeyen kaygı ve korkuya karşı kullanılan savunmadır. Doğal
olarak insanlar, tehlikeli olarak değerlendirdikleri durumlardan mümkün olduğu
kadar uzak kalmak, eğer bu durumun içindelerse de kaçmak, kendini korumak
isterler. Dolayısıyla korku içerdiği tehlike düşüncesi neticesinde, beraberinde
korunma, kaçma davranışı getiren bir duygudur
Korku, Kaygı, Fobi ve Stres
Kaygı (bunaltı-anxiety),
duygulanımın elem yönünde artmasıdır. Kaygı korkuya benzer bir duygulanım
durumudur. Genel olarak gelecekte kötü bir şey olacakmış gibi algılanır.
Kaygının hoş olmayan elem veren duygulanım durumu, geleceğe yönelik endişeli
beklenti ve bu durumların öznel algılanıp duyumsanması, bedensel gerginlik
ruhsal tedirginlik ve sonrası panik durumu yaşanır. Fobilerde ise kişi
korkusunun gereksiz anlamsız olduğunu bilir. Ancak korktuğu durum nesne olay ile
karşılaştığında ya da tasarladığında kaygıları artar.
Stres: Zorlanma ve
uyum gösterme süreçleri içerisinde ortaya çıkan karmaşık, duygusal, davranışsal
tepkiler ve bu tepkilerin fizyolojik bağlantılarını tanımlamak için kullanılır.
Bu açıdan bakıldığında stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının
tehdit edilmesi ve zorlanmasıyla ortaya çıkan ve yansımasını psikolojik ve
sosyal düzeylerde gösteren bir durumdur.
Fobi (bunaltı),
özel durum ya da nesneler karşısında ortaya çıkar ve kişi budurumdan kaçınmaya
çalışır (agorafobi, sosyal fobi gibi). Bu durumlar dışındakişilerde belirgin
bir bunaltı genellikle görülmez.
Korku: Tehlike
düşüncesinin uyandırdığı duygusal bir reaksiyondur. Korkuve kaygı, içerikleri
bakımından birbirine çok benzeyen kavramlar olmalarının yanısıra, kaygıda bu
duyguyu meydana çıkaran durum, kişi için çok açık değildir fakatkişi aşırı
korku reaksiyonu verir.
Kişide korku durumu olabilmesi için ruhsal bir tepki, bu
ruhsal tepkinintemel şartı da gerçek veya muhtemel bir tehdit halinin
algılanmasıdır. Gerçek korku;somut olarak var olan, tehdit edici bir nesne veya
duruma, örneğin başarısızlığa yöneliktir.
Korku ile kaygı arasında bir ayırım yapmak çok zordur ve
ikisi arasındaki ilişki karmaşıktır. Kaygı sıklıkla korkuyu izler, kaygı
deneyimleri de kaygının geri döneceğine dair bir korku yaratır. Hem korku hem
de kaygı iç ve dış nedenlerden kaynaklanabilir. Her ikisinde de artmış uyarılma
durumu ve buna eşlik eden fizyolojik belirtiler vardır.
Korku, belirgin bir nedene karşı verilen duygusal tepkiyi
belirler. Pek çok korku reaksiyonu yoğundur. İçinde acillik taşır. Bu sırada
kişinin uyarılma düzeyi artar. Aynı zamanda dönemseldir ve kişi korkulan
durumdan uzaklaştıkça azalır veya kaybolur. Mantıklı olabileceği gibi mantıksız
da olabilir. Kaygıda ise kişi yaşadığı gerilimin nedenini tanımlamakta zorluk
çeker. Kaygı; yaygın, nesnesiz, rahatsız edici ve süreklidir. Açık olarak
nedeni belirlenemez ve kontrol edilemez. Başlangıcı ve bitişi belirgin değil
yaygındır. Korkudan farklı olarak acil bir yanıttan çok artmış bir dikkatin
hakim olduğu bir durumdur. Korku gibi kaygıda da uyarılma düzeyi belirgin
olarak artar.
Sosyal Fobi İle Benzer Özellik Gösteren Durumlar
Sosyal fobi belirtileri ile benzer belirtiler gösteren
durumlar; utangaçlık, sınav kaygısı, yaygın anksiyete bozukluğu, çekingen
kişilik bozukluğudur.
Sınav kaygısı:
Daha çok performans kaygısı olarak kabul edilmiştir.
Sınavdaki performansının başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceği
korkusunu da içeren sınav kaygısı DSM-IV'de betimleyici olarak sosyal anksiyete
bozukluğu örneği içinde yer almıştır. Sınav anksiyetesi genellikle sosyal
anksiyeteyle ilişkili durumlardan biridir. Sosyal anksiyetede başkalarının
önünde hata yapmaktan korkmak var iken, sınav anksiyetesinde sınavda kötü bir
performans sergilemekten korkmak belirgindir .Aslında sosyal anksiyetede olduğu
gibi sınav anksiyetesinde de bilişsel, bedensel ve davranışsal belirtileriyle
olumsuz değerlendirilmekten korkma söz konusudur. Bu iki problemin benzerliğini
destekleyen bir araştırmanın bulgularına göre, sınav anksiyetesi olan
çocukların yaklaşık % 60’ı sosyal anksiyete ya da yaygın anksiyete bozukluğu
tanı ölçütlerini karşılamaktadır.
Okul fobisi:
Çocuklar okula başlayıp ebeveynlerinden ayrılmaları
gerektiğinde genellikle anksiyete yaşarlar. Okula giden çocukların % 2-3’ü için
okula başlamayı takip eden günlerde ebeveynlerden ayrılma korkusu, ağlama ve
okula gitmeyi reddetme devam eder . Bu durum okul fobisi olarak da
adlandırılmaktadır. Ancak bu isimlendirme yanlış olduğu, okul fobisi yerine
okul reddi olarak isimlendirilmesi gerektiği belirtilir. Çünkü çocukların
okuldan değil, ebeveynlerinden ayrılmaktan, başkalarıyla beraber olmaktan korktukları,
bu nedenle bazı olgular için sosyal anksiyeteden söz edilebileceği
belirtilmektedir . Okul bir takım sosyal aktiviteleri gerektirir, bunlar da
sosyal anksiyetesi olan çocuklar için oldukça rahatsızlık vericidir. Örneğin
sınıfta sorulara yanıt vermek, başkalarının önünde yüksek sesle okuma yapmak,
tahtaya yazmak, kantinde veya yemekhanede yemek yemek, beden eğitimi derslerine
katılmak gibi.
Yaygın anksiyete bozukluğu:
Yaygın kaygı bozukluğunda kişi sosyal olan veya olmayan tüm
durumlarda yaygın kaygı ve endişe yaşar. Sosyal anksiyete bozukluğu ile
örtüşmesine karşın, kesin sınırlarını belirleyecek ölçütler henüz
belirlenmemiştir. Bu hastalara kıyasla sosyal anksiyete bozukluğu olanlarda baş
ağrısı, ölüm korkusu, terleme, kızarma ve soluma güçlüğü daha seyrek
oluşmaktadır. Sosyal anksiyete bozukluğunda; kızarma, terleme sıklıkla görülen
yakınmalar iken; panik bozukluğunda çarpıntı, göğüs ağrısı, soluk alamama, baş
dönmesi, görme bulanıklığı ve baş ağrısına daha sık rastlanır. Ayırıcı tanı
için önemli olan ölçüt utanma ve aşağılanma korkusudur .
Sosyal fobide kişi için başkalarının kendisi ve performansı
hakkındaki düşünceleri önem kazanmaktadır. Sosyal anksiyete bozukluğu olan
hastalar yalnız olduklarında daha rahat olmalarına karşın, panik hastaları kendilerini
başkaları ile birlikte iken daha emniyette hissederler. Sosyal kaygısı olan
kişi, başka insanlarla konuşma korkusu nedeniyle evden çıkmaktan kaçınırken,
agorafobisi olanlarda genel kalabalık korkusu hakimdir. Örneğin, agorafobisi
olan kişinin süper market içinde iken yaşadığı akut kaygı durumu marketten
çıkarken azalır. Buna karşın sosyal anksiyete bozukluğu olanlar süper markette
etrafı gezinirken ve alışverişini yaparken etkilenmezler. Ama alışveriş
bitiminde ödeme yapmak için kasalara yaklaştıklarında sosyal ilişkide bulunma
şansı arttığı için kaygıları aniden artış gösterir.
Ülkemizde sosyal
fobinin diğer psikiyatrik hastalıklarla birlikteliğinin araştırıldığı çalışmada
sosyal fobiye; depresyon, obsesif kompulsif bozukluktan sonra üçüncü sırada
yaygın anksiyete bozukluğunun eşlik ettiği görülmüştür.
Çekingen kişilik bozukluğu:
Tek başına yaygın sosyal anksiyete bozukluğu olanlara
kıyasla çekingen kişilik bozukluğu olanlarda anksiyete düzeyi daha yüksek,
işlevsel kayıp daha fazladır. DSM-IV'de çekingen kişilik bozukluğu tanı
ölçütleri DSM-III-R'nin ölçütlerinde daha fazla sosyal anksiyete bozukluğu
ölçütlerine benzemektedir. Bu ölçütler, eleştirilme korkusu ile kişiler arası
ilişkilerden kaçınma, alay konusu olacağı korkusuyla yakın ilişkilerden uzak
durma, sosyal ortamlarda reddedileceği konusunda aşırı uğraşma ve yeni kişiler
arası ortamlarda ketlenme, sosyal olarak tümüyle beceriksiz olduğuna inanma,
utanacağı korkusuyla yeni aktivitelerden kaçınmayı içermektedir
Sosyal anksiyete, uzun yıllar bir kişilik özelliği olarak
düşünülmüştür. 1960’lı yıllarda sosyal anksiyeteyi bir fobi biçimi olarak
tanımlama eğilimi belirmiştir.
Günümüzde ise; sosyal fobi ile çekingen kişilik bozukluğu
arasındaki benzerlik ve farklılıklar giderek daha çok tartışılmaktadır.
Çekingen kişilik bozukluğunun bilişselve davranışsal özellikleri sosyal fobiye
oldukça benzerlik göstermektedir
Utangaçlık ve çekingen davranışın kadınlarda özendirildiği
ve iyi kabul gördüğü, erkeklerde ise bir eksiklik olarak algılandığı toplumumuzda
erkeklerin sosyal fobi belirtilerinden daha fazla rahatsız olduğu
düşünülebilir.
Utangaçlık:
Geniş ölçüde sosyal anksiyete bozukluğu ile bir çakışma
göstermesine karşın utangaçlığın kabul görmüş tam bir tanımının yapılmamış
olması nedeniyle kesin
sınırları tam olarak belirlenememiştir.
Utangaçlık diğer bir deyişle insanlarla etkileşimde
bulunmaktan korkmak, kaçınmak ve sosyal ortamlarda sıkılgan olmaktır.
Utangaç bireyler diğer insanlar tarafından gülünç
bulunacaklarını ve bu nedenden dolayı da insanların kendilerine acıyacağını
düşündüklerinden diğerlerinin dikkatlerini çekecek hiçbir şey yapmaz ve
söylemezler. Sosyal ortamlarda utangaçlığın sıkıntı doğuran sonuçlarını yaşayan
insanlar, nerede ne söyleyeceklerini bilememekte, yanlış bir şey söylemekten ya
da yapmaktan korkmaktadırlar. Diğerleri
tarafından eleştirilmek ya da gülünç duruma düşmek
korkusuyla kendileri hakkında her ne olursa olsun; duygularını, isteklerini,
geçmiş deneyimlerini açığa vurmaktan kaçınmaktadırlar.
Sosyal etkileşim, insan yaşamının vazgeçilmez bir
parçasıdır. İnsanın uyumunda ve mutluluğunda sağlıklı sosyal etkileşimin büyük
payı vardır. Utangaç çocuklar, sosyal beceri gerektiren; gruba uygun şekilde
girebilme ve etkili iletişim kurabilme gibi davranışlardan yoksun olmalarından
dolayı, zamanla arkadaşları tarafından kabul görmeyen ve reddedilen çocuklar
haline gelmektedirler. Kabul görmeyen çocuklar da giderek bu sıfatlara uygun
davranmaya başlarlar.
Diğerleri tarafından değerlendirilmekten korkan bireyler,
sosyal ortamlardan kaçmaya eğilimli oldukları için kendilerine hayali
dinleyiciler yaratabilmektedirler. Bunun bir sonucu olarak utangaç insanlar,
kendilerini sosyal etkileşimlerin ve arkadaşlıkların birçoğundan yoksun
bırakmakta ve böylece kendilerini daha rahat hissetmektedirler
Özellikle, gelişmiş ülkelerde, utangaç olmanın başarılı iş
ve meslek yaşamı ve kariyer gelişimi açısından büyük bedelleri vardır.
Utangaçlık, zaman zaman birey için yaşamsal öneme sahip olabilmektedir.
Utangaçlığın biyolojik boyutuna rağmen, bireyde oluşturduğu etkileri azaltmak
amacıyla iyi hazırlanmış programlar ve yöntemler önerilmektedir.
Bazı insanlarda utangaçlık problemi sosyal bir durumda
düşündüklerini söyleyebilmenin bile sıkıntı yaratması halidir. Bazı bireylerde
bu sıkıntılı durumlar fiziksel görüntülerine de yansımaktadır. Bazı bireylerde
büyük ya da küçük oranda kaygı, yüz kızarması gibi fiziksel belirtilerle
birlikte görülebilir. En önemli gelişim dönemlerinden biri olan ergenlik
dönemi, utangaçlığın yoğun olarak görüldüğü ve en zirvede yaşandığı dönemdir.
Utangaçlık ergenlik döneminde çocukluk dönemine göre daha yaygın, sabit ve
ısrarlı bir özellik gösterir.
Bu dönemde ergen yoğun iç çatışmalar yaşamakta, duygusal
davranışları artmakta, çelişkili düşünce ve davranışları yüzünden çeşitli
duygusal değişimler göstermektedir. Ergen, karşı cinsten bireylerle duygusal
ilişkilere girmek istemekte ancak bu durum ona zor ve karışık gelmektedir. Bu
karmaşıklık ergenin utangaç olmasına neden olabilmektedir.
Sosyal Fobinin Ortaya Çıkma Yaşı
Sosyal kaygı (başlangıç yaşı 15-25) ergenlik döneminde
başlaması, toplum içinde gözler üzerindeyken, yaşanan korkunun kışkırtılması
anlamına gelir.
Sungur’a göre ise sosyal fobinin başlama yaşı 13-20 arasında
olmasına rağmen sorunun başlangıcından ortalama olarak 10 yıl sonra tedavi amacıyla
kliniklere başvurulmaktadır. Sosyal fobinin ergenlik döneminde ortaya çıkma
nedeni olarak; birey, kendisini özerk bir kimlik olarak topluma kabul ettirme ve
kendini gösterme çabası içine girer. Ergen için sosyal ilişkilerde etkililik ve
başkaları üzerinde bırakılan izlenimlerin niteliği çok önemlidir. Bu konuda göstereceği
başarıya ilişkin olarak, kendisinden yüksek beklentiler içindedir. Birey için
beklentilere cevap verememe, sosyal kaygı düzeyini arttıran bir faktör olarak belirir.
Bu durum özellikle okul çağı çocuk ve gençlerinde yıkıcı etkiler yaratabilir
Sosyal fobinin yoğun olarak görüldüğü yaşam dönemi dikkate
alınacak olursa, orta ve yüksek öğrenimin devam ettiği döneme rastladığı
söylenebilir.
Sosyal fobi, küçük düşürücü bir yaşantıdan sonra birden
başlayabileceği gibi, yavaş yavaş da başlayabilir. Bu tür korkuların ortaya
çıkmasında çekingenlik, sıkılganlık, utangaçlık önemli nedenler arasında yer
almaktadır. Çocukluk ve ergenlik çağında evde, okulda ve toplumda uygulanan
eğitim sisteminin etkisi ile çoğu insan göz göze ve yüz yüze gelmekten çekinir,
utanır, elleri terler, titrer. Özellikle gençlik çağında daha sık görülen
çekingenlik ve utangaçlığın temelinde, ilgi ve sevgiden yoksunluk, kişinin
kendisine ve başkalarına güven duymaması, kendini gereğinden fazla hatalı,
çirkin, kötü, eksik, olumsuz, başkalarını; doğru, güzel, olumlu, iyi görmesi
kendisine olan saygısını yitirmesi, başkaları tarafından anlaşılmama, dışlanma
ve reddedilme korkusu bulunur.
Ağırlıklı olarak ergenlik döneminde görülen sosyal fobi,
yetişkinlik dönemine sağlıklı geçişi mümkün kılacak gelişimsel görevlerin
başarılmasına engel oluşturabilir. Bu durum bireyin sosyal ilişkiler kurup
sürdürme, akademik alanda başarı kazanma, iş bulma ve işinde ilerleme potansiyellerini
sınırlamaktadır.
Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman
Bütüncül Psikoloji
Danışmanlık ve Eğitim Merkezi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder