Davranım Bozukluğu
Davranım bozukluğunun temel özellikleri başkalarının
temel haklarına saldırıldığı ya da yaşa uygun başlıca toplumsal değerlerin ya
da kuralların hiçe sayıldığı, yineleyici bir biçimde ve sürekli olarak görülen
bir davranış örüntüsüdür. Davranışlardaki bu bozukluklar klinik olarak önemli
derecede toplumsal, okuldaki ve mesleki işlevsellikte aksaklıklara neden olur.
Düşük engellenme eşiği, irritabilite ve öfke atakları sergilerler. Tanı için
gereken en az 12 ay boyunca sayısı, şiddeti ve ısrarcılığıyla durumu tanımlayan
bir dizi davranış bulunması gereklidir. Bu davranışlar bazı gençler için suç
iddiasıyla sonuçlansa da , davranım bozukluğu ‘’kanuna aykırı davranış ‘’
terimiyle karıştırılmamalıdır.
Davranım bozukluğu psikiyatri kurumlarında; gerek
yatılı kurumlara, gerekse polikliniklere başvuran çocuklarda en sık tanısı
konan bozukluklardan biridir. Bu oran %30- 50 arasında değişmektedir. Çocuk ve
ergenlerde psikiyatrik değerlendirmenin en sık nedenidir.DSM’deki güncel
kategori karşıt olma ve davranım bozukluğu tanılarını içermektedir. Günümüzde
antisosyal davranışlarla karakterize ruhsal bozuklukların doğruluğu bile
sorgulanmaktadır. Genel kabul davranışın sosyal çevreye bir tepki ya da altta
yatan başka bir ruhsal sorunun göstergesi olarak ortaya çıktığında tanı
konulmasını reddetmektedir. Ayrıca bu bozuklukların temel olarak kişisel
özelliklerden mi yoksa çevresel koşullardan mı kaynaklandığı da ilgi konusudur.
Bu bozuklukların görülme riskini arttıran ve içinde genetik ve sosyal
özellikleri de barındıran sayısız etmen belirlenmiştir. Egemen olan bakış, bu
bozuklukların birçok etmenden kaynaklandığı ve savunmasız bireylerin çevre ile
olan kritik etkileşimlerini betimlediği şeklindedir. Çalışmalar yıkıcı
davranışların antisosyal kişilik bozukluğu olan yetişkinlerin değişmez özelliği
olduğunu göstermiştir. Bunun aksine, yıkıcı davranışları olan pek çok genç bu
davranışları yetişkinlikte sergilememektedir.
1968’de DSM, suçun hukuksal sınıflandırmasından
bağımsız olarak, antisosyal davranışları klinik bir yapı altında toplamıştır.
1980 yılında da davranım bozukluğu antisosyal davranıştan ayırt edilmiştir.
Antisosyal davranışın kategorisi, DSM-III-R’den bu yana değişmemiş gibi
görünmektedir. ICD sistemi benzer bir kategori içermemektedir. Bu, büyük ölçüde
, sosyal ve antisosyal davranışların sınırlarının tanımlanmasında kültürler
arası fark olmasından kaynaklanmaktadır. Sosyal ve antisosyal arasındaki ilişki
anlaşılmaya çalışılırken , kültürün davranışı tanımladığı yollara her zaman
dikkat edilmelidir. Davranım bozukluğu ve Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğunun
tanı ölçütleri DSM-IV’te ve ICD-10’da farklı olarak ele alınmıştır. Tanı
ölçütleri DSM-IV’te Davranım bozukluğu ve Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu
için ayrı tanı listeleri kullanmasına karşın ICD-10’da her iki bozukluk için
ortak bir tanı listesi kullanılmaktadır.
Davranım bozukluğu olan gençlerdeki fonksiyon
alanlarını inceleyen çalışmalardan elde edilen tutarlı bir bulgu düşük akademik
başarıdır. Düşük okul başarısından hayal kırıklığına uğramış olan gençler antisosyal
davranışlar gösterdiğinden ve yıkıcı davranışların varlığı da akademik başarıya
olumsuz etki ettiğinden, bu bağlantı karşılıklı bir ilişkiyi yansıtıyor
olabilir. Bir başka araştırma alanı düşük IQ ile anti sosyal davranış
arasındaki ilişkidir. Davranım bozukluğu
ile zayıf sözel kabiliyet arasında ırk, sosyoekonomik durum ve akademik
başarıyı kapsayan diğer etkenler kontrol edildikten sonra bile ilişki
bulunmuştur. Nöropsikolojik testler ise antisosyal davranışları olan gençlerde
frontal ve temporal loblarda fonksiyon yetersizliği olduğunu göstermiştir.
Farklı düşünüldüğünde anlaşabilme konusunda yeti eksikliği vardır ve diğer
gençlerle karşılaştırıldıklarında sosyal kavramada belirgin farklılıklar
gösterirler. Genellikle diğer kişileri düşman olarak algılar, önemli sosyal
ipuçlarını kaçırır, daha az sayıda alternatif yanıtlar üretir ve sosyal
etkileşimlerde dürtüsel tepkiler gösterirler. Davranım bozukluğu için artan
riskle bağlantılı son bir bireysel özellik de kronik fiziksel hastalık veya
sakatlıktır. Sağlıklı çocuklarla karşılaştırıldığında , kronik hastalığı
olanların davranım bozukluğu gösterme olasılığı 3 kat daha fazladır ve eğer
hastalık santral sinir sistemini kapsıyorsa risk 5 kat artmaktadır. (Farrington
,1998)
Davranım bozukluğunu etkileyen en önemli faktörden
biri sosyal faktörlerdir. Sosyal faktörler arasında üç tanesinin önemli yeri
vardır. Bunlar; aile, akranlar ve yaşanılan çevredir.
Ailesel
Faktörler: Kötüye kullanım, ihmal, cinsel kötüye
kulanım gibi aile patolojileri , antisosyal çocukların ailelerinde yaygındır.
Davranım Bozukluğun da aileyi rol model olarak alma sosyal öğrenme etkilidir.
Yapılan bazı klinik çalışmalar bağlanma problemlerini,
antisosyal davranışın öncülleri olarak ortaya koymuştur. Anne-baba tarafından
çocuğa gösterilen ilginin kalitesi, ebeveyn yokluğu, denetleme eksikliği,
yetersiz bakım gibi özellikler; çocukta dürtüsellik, agresyon, itaatsizlik ve
diğer antisosyal davranışların gelişmesiyle yakından ilişkilidir. Çocuğa karşı
sert, tutarsız ve zorlayıcı tavırlar sergileyen anne-babaların çocukları,
genellikle sosyalleşmemiş, agresif ve dürtüsel olmaktadır.
Ailenin çocuğun antisosyal gelişimine olan etkisi ,
sadece ebeveyn –çocuk ilişkileri ile sınırlı değildir. Boşanma, ayrı yaşama,
mutsuz ve tutarsız evlilikler de ebeveyn –çocuk ilişkisi kadar kesin olmasa da
çocuğun antisosyal gelişiminde pay sahibi olabilirler. Bu durumların çocuk
üzerindeki etkisi puberteye doğru azalmaktadır. Bu dönemde bunun yerine ,
çocuğun sıkıntıları, kendi iç dünyasında olup bitenler ve akran ilişkilerinin
niteliği daha çok önem kazanmaktadır.
Akran
Faktörleri: Arkadaşlardan
gelen olumsuz etkiler antisosyalite gelişim sürecinde özellikle de gelişimin geç dönemlerinde önem
kazanmaktadır. Ancak bu etkinin tek başına ciddi antisosyal hareketlere neden olabilmesi çok da makul değildir.
Ergenlerdeki akranlara uyma baskısı
nedeniyle arkadaş ilişkilerinin etkisi, geç başlangıçlı antisosyal
davranışlarda daha belirgin
olabilir. antisosyal akranlar, davranış, kişilik ve sosyal beceriler açısından
daha serseri görünümlü olan
gençleri daha fazla kabullenirler.
Yaşanılan
Çevre: Komşular ve çocuğun
büyüdüğü ortam, antisosyal davranış gelişiminin temel risk faktörlerinden
birini oluşturmaktadır. Komşular arasında işsizliğin yüksek, ebeveynlerin sosyal
sınıfının düşük, suç oranının yüksek olduğu fakir şehirsel alanlar ve fakir
okullar risk teşkil etmektedir. Bu bölgelerde sıklıkla şiddet oranları
yüksektir ve bu durumun şiddete şahit olan çocuklardaki zarar verici etkileri
bilinmektedir.
Bir başka neden erken
okul yıllarında bile olsa etkisi olabilen okul başarısızlığı, çocuğun ileriki
yıllarda antisosyal davranış geliştirme olasılığını artırmaktadır. Medyanın
uyarılabilirliği artmış, kontrolsüz gençlerin ortaya çıkması ve şiddet içeren
film ve çizgi filmlerin etkisi ile antisosyal davranış modeli oluşturduğuna
dair yayınlar olmakla birlikte sonuçlar çelişkilidir.
Koruyucu
Faktörler:
Normal ya da normalin
üstü zekâ, kolay mizaç, başkaları ile ilişki kurma kolaylığı, okul ödevlerini
yerine getirme alışkanlığı, okul dışında uyumlu olma, en az bir ebeveynle iyi
bir ilişkiye sahip olma ya da başka bir önemli erişkinin çocuğun hayatında
antisosyalliğe ve suça karşı koruyucu rol oynaması örnek verilebilir. Sosyal
arkadaş çevresi, başarı deneyimi olan iyi bir okul, sorumluluk duygusu ve
özdisiplin olması da koruyucu faktörler arasında yer alır. Suça karışmamış
akranlar ve erken yetişkinlik döneminde iyi bir partner (sosyal yetenekleri,
stabil kişiliği, iyi bir iş geçmişi ve iyi bir ebeveyn olma potansiyeli olan)
seçimi, kişiyi gelecekte suç oluşturabilecek aktivitelerden uzak tutar.
Davranım bozukluğu olan
çocuk ve ergenlerde, insanlara ve hayvanlara yönelik saldırgan davranışlar,
güvenliği tehdit, hırsızlık ve kuralların ciddi biçimde ihlal edilmesi gibi
davranış bozuklukları vardır. Davranım bozukluğunun tedavisi zorlayıcı bir
süreci içerir ve çok yönlü bir terapi uygulanmasını gerektirir. Davranım
bozukluğunun tedavisinde, çocuklarıyla birlikte anne-babaların davranışlarının
şekillendirilmesi gerekmektedir. Çünkü anne-babaların tutumları, çocuğun
antisosyal davranışlarının gelişmesinde temel rol oynamaktadır. Bu nedenle anne-baba
eğitimi ve anne baba tutumlarının değiştirilmesi davranım bozukluğunun
tedavisinde çok önemlidir. Bu süreçte aile üyelerinin davranışlarında ve
tutumlarında değişikliğe gidilebilmesi adına aile terapisi faydalı
olabilmektedir. Anne Baba eğitim
programları da etkili olan yöntemlerden biridir. Davranım bozukluğu olan risk
faktörlerini azaltıcı yöntemler denenmeli ve etrafa zarar veren ve yıkıcı
davranışlarda bulunan çocuklarda tedavi sürecinde multidisipliner şekilde
çalışmak önemlidir. Bu nedenle risk faktörleri değerlendirilmeli bu risk
faktörlerini azaltabilmek adına mümkünse çocuğun ailesinde ve sosyal çevresinde
onun için önemli ve etkili olan anne baba arkadaş öğretmen gibi kişilerle iş
birliği içinde çalışmak gerekmektedir. Ayrıca koruyucu faktörleri destekleyici
şekilde bir tedavi yaklaşımı izlenmelidir. Bunların yanında çocuğun bireysel
terapisi devam etmelidir. Bu süreç zor ve uzun bir sürecektir. Ancak
karamsarlığa kapılmadan bu sürecin devamlılığı sağlanmalıdır. Çünkü davranım
bozukluğuna müdahale edilmediğinde
ilerleyen yaşlarda kişilik bozukluğu
olarak karşımıza çıkma olasılığı yüksektir.
Uzm. Psikolog Reyhan
Nuray Duman