Geştalt Terapi
Geştalt psikolojisi,
psikoloji bilimi içerisinde yer alan kuramlardan bir tanesidir. Tarihsel açıdan
baktığımızda 1900’lü yılların başında Wolfrang Köhler tarafından kurulmuş bir
yaklaşımdır. O dönemlerde Wund’çu psikolojiye bir başkaldırı niteliği taşıyan
geştalt psikolojisi Almanya’da doğmuştur. Felsefi temeller üzerine kurulan bu
yaklaşımın diğer önemli temsilcileri Max Wertheimer ve Kurt Koffka olmuştur
(Schultz, 2007).
Geştalt psikolojisi ve
geştalt yaklaşımının tek ortak yönünün ikisininde adında geştalt kelimesinin
geçmesi olduğu belirtilmektedir. Geştalt yaklaşımı 1940’larda Fritz Perls,
Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilen bir terapi ekolüdür. Fritz
Perls kendisinin “katıksız bir geştaltçı” olmadığını aktarmıştır (Schultz,
2007). Ancak yine de bu konu üzerinde yapılan çalışmalarla geştalt yaklaşımın
algı üzerindeki çalışmalarının kaynağında geştalt psikolojisinin olduğu, bu
nedenle de bu adı almasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır (Daş, 2009).
Perls, sadece Freud’dan
değil birçok teorisyen ve teorilerden etkilenmiştir. Beynin sağ ve sol
hemisferleri arasında farklılaşma üzerinde çalışan nörolog Kurt Goldstein ve bütünselliği
birçok açıdan Perl ve teorisi üzerinde erken bir etki yarattı. Moreno'nun
(1946) toplumsal deneyselliği, varoluşçuluğun bir versiyonu; Kurt Lewin'in saha
teorisi; fenomenolojinin bir türü; ve bazı Zen kavramları Geştalt Terapisinde
diğer güçlü etkiler arasındadır. Perls, Karen Horney ve Wilhelm Reich'den
doğrudan etkilenmiştir. Psikoanalitik varsayımlar da Geştalt'da devam etmekte,
ya da teoride doğrudan meydan okunmaktadır (Houston, 2003).
Geştalt yaklaşımının
amacı, bir kişinin kendi şeklini, örüntüsünü ve bütünlüğünü anlaması,
keşfetmesi ve yaşamasıdır. Analiz sürecin bir parçası olabilir, ancak geştaltın
amacı, birbirinden farklı parçaların bütünleşmesidir. Bu şekilde insanlar
tamamen oldukları ve potansiyel olarak olabilecekleri hale gelebilirler
(Clarkson & Cavicchia, 2013 s.1).
Geştalt terapi
yaklaşımı, bir kişinin yaşamındaki olaylarda, ne olduğunu önemli derecede
etkileyen etmenler üzerinde durur. Birinci öncüsü, organizmaların, ancak yaşadıkları
bağlamlarda başkalarıyla etkileşim kurarken, kendilerine odaklanarak anlaşılabilir
olmasıdır (Brownell, 2009).
Geştalt, Almanca bir
kelimedir ve Türkçede tam karşılığı bulunmamaktadır. Sözlük anlamı olarak
bakıldığında; biçim, şekil, şahsiyet gibi anlamlar karşımıza çıkmaktadır. Ancak
literatürde daha çok “bütün” anlamında kullanılmaktadır. Temsil ettiği “bütün”
kavramı, ayrılmaz parçalardan oluşmaktadır. Bu kavramı anlayabilmek için bu
yaklaşımın üç temel özelliğinden bahsetmek gerekmektedir. Bunlardan ilki bir
nesnenin varlığıdır. Bu nesne bir insan, hayvan ya da eşya olabilir. İkinci
olarak bu nesnenin içinde bulunduğu bir ortam ve üçüncü olarak da bu nesne ile çevrenin
ilişkisidir. Geştalt yaklaşımında “geştalt” kavramı bu üç özelliğe sahip bir
bütünü temsil etmektedir (Daş, 2009). Geştaltı bu üç özellik içerisinde
değerlendirebiliriz.
Kuramsal olarak ise
geştalt yaklaşımı; varoluşçu, bütüncül ve fenomenolojik bakış açılarının
toplamını oluşturmaktadır. Yaklaşımın kurucuları bu üç bakış açısını benimsemiş
kişiler olduğundan bu yaklaşımın temelinde de bu üç bakış açısının izleri
görülmektedir (Daş, 2009). Varoluşçuluk insanı kendi seçimlerini yapan ve bunun
sorumluluğunu alan varlıklar olarak tanımlamaktadır; fenomenolojik yaklaşım
bireylerin yaşantıları, durumları nasıl algıladıklarını ve anlamlandırdıklarını
önemser. Bütüncül bakış açısı ise bireylerin biliş ya da davranışçı
mekanizmalara indirgenemeyeceğini; duygu, düşünce, davranış ve beden bütünlüğü
içerisinde anlaşılabileceğini vurgular (Bozkurt, 2006).
1.
Geştalt Terapi Yaklaşımı ve Psikolojik Sağlığın Bozulması
İnsan ve çevreye bir
bütün olarak yaklaşan ve psikolojik sağlığı, kişi ile çevre arasındaki uyum
olarak nitelendiren Geştalt terapi yaklaşımına göre, uyumsuzluğun meydana
gelişinde yani psikolojik sağlığın bozulmasında birçok faktör rol oynamaktadır (Daş,
2006). Geştalt terapistleri, organizma
ile çevre arasındaki uyumun bozulmasında rol oynayan etmenleri, farklı
biçimlerde farklı zamanlarda ve farklı kısımlarına vurgu yaparak
tanımlamışlardır. Kurama göre (Perls ve diğer Geştalt terapistleri) psikolojik sağlığın
bozulmasında rol oynayan başlıca faktörler şu şekilde özetlenmiştir (Daş,
2006):
• yaşantı döngüsünün
tamamlanamaması
• işlevsel olmayan
temas biçimlerinin kullanılması
• tamamlanmamış işlerin
kalması
• kördüğümlerin
çözülememesi
• kutupların
bütünleştirilememesi
1.1.
Yaşantı/Deneyim/İhtiyaç Döngüsünün Tamamlanamaması
Geştalt, öncelikle
patolojiye odaklanmak ve kökenlerini anlamakla ilgilenmez, amacı, en sağlıklı
büyüme, haz ve katkı seviyelerinin yeniden kurulmasıdır. Sağlıklı kesintisiz
deneyim akışı (bir tatmin ihtiyacının ortaya çıkması), sağlıklı bir hayvanın ya
da spontan doğal bir küçük çocuğun doğal halidir. Bu kendiliğin gerçekleşmesi
için yaşam enerjisinin doğal ifadesi ve dürtüsüdür. Bir ihtiyaç doğar, tatmin
olur ve tekrar ortaya çıkar. Baskın bir figür fondan ortaya çıkar, dikkati
çeker ve yeni bir etkili figür ortaya çıktığında fona doğru kaybolur. İnsan
deneyiminin döngüsel atımlı doğası budur (Clarkson & Cavicchia, 2013).
Geştalt yaklaşımına
göre, bir ihtiyaç oluştuğunda geştalt da oluşmaya başlar ve ihtiyaç doyuma
ulaştığında geştalt tamamlanır ve kapanır, geştaltın tekrar bozulması yeni bir
ihtiyacın ortaya çıkmasıyla olur. Bu modele göre, bir ihtiyacın karşılanması
için öncelikli olarak bireyin çevreden veya bedeninden gelen duyumları fark
etmesi önemlidir. Şüphesiz, birtakım ihtiyaçların karşılanması her zaman kolay
olmaz ve bu kişi döngünün farklı aşamalarında takılı kalarak ihtiyacını
karşılayamayabilir (Daş, 2006).
İhtiyaç ve farkındalık
kavramı bu yaklaşım için çok önemli kavramlardır. Bireyler yaşamlarının her
anında fiziksel, sosyal ya da psikolojik olarak bir şeylere ihtiyaç
duyabilirler. İhtiyaçların varlığı bireylerde gerilim yaratır ve genellikle de
organizma ihtiyaçları karşılayarak gerilimi azaltma eğilime girer. İhtiyaçların
fark edilmesi ve sonrasında giderilmesi ile bireyler dengeye ulaşırlar.
Sonrasında yeni bir ihtiyaç ve o ihtiyacın giderilmesi süreci oluşur. Bu döngü
geştalt kuramcıları tarafından çeşitli aşamalarla açıklanmıştır (Daş, 2009).
Bu
aşamalar aşağıda belirtildiği şekildedir:
1.
Duyum aşaması
2.
Farkına varma aşaması
3.
Harekete geçme aşaması
4.
Hareket aşaması
5.
Temas aşaması
6.
Doyum aşaması
7.
Geri çekilme aşaması
1.1.1. Duyum Aşaması
Duyum aşamasında,
çeşitli ihtiyaçlara karşı duyusal veriler çevreden toplanmaya başlar fakat
henüz anlamlandırılamaz. Kişinin denge durumunda bir değişikliğin olduğunun
habercisidir. İhtiyacın yavaş yavaş şekil durumuna geldiği aşamadır. Bu
ihtiyaçlar fiziksel, sosyal ya da psikolojik yaşantılarla ilgili olabilir. Bazı
insanlar ihtiyaçlarını fark etmeyerek bu aşamaya geçemezler, bazıları ise çok
fazla ihtiyacı şekil haline getirip bu aşamada takılıp kalırlar (Mackewn,
1997).
1.1.2.
Farkına Varma Aşaması
Farkına varma
aşamasında, duyum aşamasında tam olarak adlandırılamayan ihtiyacın ne olduğu
belirginleşir. İhtiyaç olarak şekil durumuna geçen şey şimdi ve burada ile
ilgili olduğu kadar geçmiş yaşantılarla ya da gelecek beklentileriyle de ilgili
olabilir. Bu aşamada problem yaşanması ihtiyacın tam olarak belirlenememesi ile
ilgilidir ve sonuç olarak ihtiyacın giderilememesine neden olur. Organizmanın içinde
bulunduğu gerilim giderilemez (Brownell, 2010).
1.1.3.
Harekete Geçme Aşaması
Harekete geçme
aşamasında, birey ihtiyacı giderebilmek için enerji toplar ve olası kaynakları
harekete geçirir. Algılar çevreden gelen uyarıcılara açılır. Bu aşamada takılan
bireyler problemlerinin çözümü için erteleme yoluna başvurabilirler (Gürdil,
2014).
1.1.4.
Hareket Aşaması
Hareket aşamasında,
kişi algısal, duygusal ve davranışsal mekanizmalarını devreye sokarak ihtiyacın
giderilmesi için çabalamaya başlar. Olası seçenekler belirlenerek koşullara en
uygunu seçilir ve ihtiyacın giderilmesi için ilk adımlar atılmış olur. Bunun
için bireyin belli bir enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerjinin yanlış yerlere
kanalize edilmesi harekete geçememeye neden olabilir (Gürdil, 2014).
1.1.5.
Temas Aşaması
Temas aşamasında, kişi
ihtiyacını giderecek planlamalara tam anlamıyla kanalize olmuş durumdadır.
Enerjisini tercih ettiği seçeneğe ayırır, o an şekil konumunda olan seçeneğe
odaklanmıştır. Fonda kalan diğer uyaranlar dikkatini çekmez. Bu aşamada takılan
bireyler ihtiyaçlarını giderecek mekanizmalar bulsalar dahi hiçbir çözüm
seçeneği tatmin edici olmayacaktır. Sürekli bir şekilde yeni planlamalar yapmak
zorunda hissedeceklerdir (Mackewn, 1997).
1.1.6.
Doyum aşaması
Doyum aşaması, temas
aşamasından sonra gelen rahatlama ve tatmin aşamasıdır. Bu aşamada yaşananlar
özümsenir ve asıl büyümeyi sağlayan aşama da bu aşamadır. Burada yaşanacak
doyum bir sonraki geri çekilme aşamasını da anlamlı kılacaktır. Bu aşamada
takılan bireyler memnuniyetsiz, elde ettiklerinin tadını çıkaramayan
bireylerdir (Flanagan, 2012).
1.1.7. Geri Çekilme Aşaması
Geri çekilme aşaması,
ihtiyacın tam olarak karşılanması ile birlikte fona çekildiği bir aşamadır.
Sakin bir dinlenme dönemidir. Başka bir ihtiyaç ortaya çıkana kadar sakinlik
dönemi devam eder. Bu aşamada sorun yaşayan kişiler, sınırlarını koruma
konusunda problem yaşarlar çünkü temas aşamasında kalırlar. Kendilerini
destekleme konusunda zayıf olmalarından ötürü hep başka bir şeye ya da başka
bireylere ihtiyaç duyarlar (Flanagan, 2012).
Bu süreci somut bir
örnek üzerinden anlatacak olursak, sınava hazırlık aşamasındaki bir öğrencinin
duyum aşamasında içsel bir huzursuzluk hissedecek ve farkına varma aşamasında
ihtiyacının ders çalışmak olduğunu anlayacaktır. Harekete geçme aşamasında algıları
içsel motivasyonuna ya da çevresel koşulların uygunluğuna odaklanacaktır. Eğer
koşullar uygunsa ders çalışmaya başlayacak; koşullar uygun değilse örneğin
uykusuz ise uykusunu alarak koşulları uygun hale getirecektir. Temas aşamasına
geldiğinde yaptığı planlama doğrultusunda ders çalışmaya başlayacaktır. O an
müzik dinlemeye ya da arkadaşları ile buluşmaya ihtiyaç duysa da bu ihtiyaçları
fona atarak elimine edecektir. Doyum aşamasına gelen birey sorumluluğunu yerine
getirdiği için başlangıçta yaşadığı huzursuzluğun yerini rahatlamaya
bırakacaktır. Sınava hazır hale gelen birey için ders çalışma ihtiyacı ortadan
kalkacak ve fona çekilecektir. Organizma gerilimini çözümleyerek denge haline
geçecektir. Bir sonraki sınava yani bir sonraki ihtiyaç ortaya çıkana kadar da
denge durumunu sürdürecektir.
İnsanlar ihtiyaç
döngüsünün tamamlanmasını isterler. Eğer döngü sağlıklı bir şekilde
tamamlanamazsa enerji hapsolur ve o ihtiyaç dikkat çekmeye, gerilim yaratmaya
devam eder. Ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar da bu nedenle fark edilemez ya da
döngü içerisinde herhangi bir aşamaya takılıp kalınır.
1.2.
Tamamlanmamış İşlerin Kalması
Tam ve kapsamlı
Geştalt’ın oluşumu, zihinsel sağlık ve büyümenin şartıdır. Tamamlanmış Geştalt,
yalnızca tüm organizmada otomatik olarak işleyen bir birim (refleks) olarak
düzenlenebilir. Herhangi bir eksik, tamamlanmamış Geştalt, dikkati çeken ve
özgün, hayati bir Geştalt'ın oluşumuna müdahale eden "tamamlanmamış bir durum"
u temsil eder. Bu sebeple, büyüme ve gelişmenin yerine durgunluk ve gerileme oluşabilmektedir
(Perls, Hefferline & Goodman, 1951/1996).
Zeigarnik’in bu
alandaki deneysel çalışması 1927 yılında önemli bir gelişmeyle sonuçlanmıştır.
Deneklere birkaç görev verilip, bunların bir bölümünü tamamlayıp kalanları
tamamlayamadan çalışmaları durdurulmuştur. Sonucunda, yerine getirilmesi için
bir görev verildiğinde denekte bir gerilim sistemi (motivasyon, ihtiyaç)
meydana gelir, görev tamamlandığında bu gerilim dağılır ve görev
tamamlanmadığında, gerilimin devam etmesi görevin hatırlanması ile sona erer.
Lewin’in teorik sistemi ışığı altında
Zeigarnik’in sonuçları,
deneklerin tamamlanmamış görevleri, tamamlanmış görevlerden daha kolay
anımsadıkları yönündeki tahminlerini pekiştirmiştir (Schultz & Schultz, 2007).
İdeal olarak insanlar,
mevcut ihtiyaçları veya ilgi alanları ile tam bir temas kurmak için harekete
geçer. Bazı nedenlerden dolayı insanlar kendilerini cezbedenle temas kuramazlarsa
memnuniyet sağlanamaz, ihtiyaç karşılanmaz ve geştalt tamamlanamaz. Daha sonra
ilgilenilmek için paranteze alınan tamamlanmamış işler ise enerji gerektirir. İnsanlar
ihtiyaçlarını kesmek zorunda kaldıkça, biriken bitmemiş işi sığdırmak için daha
fazla enerji gerekmektedir. Çözülmemiş birtakım durumların aciliyetini göz ardı
etmek için enerji kullanan insanlar mevcut ihtiyaçları için tüm dikkatlerini
veremezler. Bundan dolayı birikmiş “tamamlanmamış işler” rahatsızlığın büyümesine
veya nevroz gelişimine etki ederler (Mackewn, 1997).
1.3.
Kördüğümlerin Çözülememesi
Kişilerin iç
güçlerinin, farkındalığı artırma isteği ile farkındalığı önleme, durdurma ihtiyacı
arasında eşit dağılım gösterdiği nokta kördüğüm olarak adlandırılmaktadır. Kördüğüm
noktasında bireyin sabit geştaltlarını ve gerçek ihtiyaçlarına bağlı inkarını açığa
çıkartma konusunda organizmik dürtüsü ve isteği, katı alışkanlıklarla
kısıtlanmıştır (Özer, 2003). Kördüğüm noktasında direne bileşenleri ve birey
arasındaki her etkileşim, teması içerir. Kördüğümün bir yanında gelişme ve
değişim arzusu bulunur. Öteki tarafında ise eşit ölçüde güçlü ve geçmişte
yaratıcı uyum yoluyla geliştirilmiş davranış paternleriyle ilişkili olarak
meydana çıkan direnç yer almaktadır (Joyce & Sills, 2014). Özer (2003)
kördüğümün bireyde oldukça yoğun bir kaygıya sebebiyet verdiğinin altını çizmektedir.
Rahatsız ve kompleks bir süreç olsa da, kişinin enerjisinin büyük bir bölümü bu
noktada toplanmış, kilitli kalmış olduğundan dolayı, terapi sürecinde
kördüğümlerin ortaya çıkması için çabalanır (Özer, 2003).
1.4.
Temas
Temas, diğerleri ile buluşma
veya bir araya gelme anlamına gelmektedir ve insan hayatının özü
niteliğindedir. Tüm canlı varlıklar çevresi ve çevredeki diğerleri ile kapsamlı
ve etkili temasta bulunma kabiliyetindedir. Çevrenin canlı veya cansız bileşenleri
ve birey arasındaki her etkileşim, teması içerir. Temas sayesinde, organizma
heyecan sağlayan ve büyümeyi kolaylaştıran çevresel yeniliklerle karşılaşır.
Organizmanın yaşamını devam ettirmesi ve gelişerek büyümesi, onun diğerleri ile
olan teması ile sağlanır (Perls, Hefferline & Goodman, 1951/1996) Çevrede
bir uyaran ile karşılaşan organizma, tehlikeli olanı kabul etmezken, büyümeyi
destekleyenleri benimsemektedir (Sezgin,2002). Bireyin kendisi için geçerli
olan ve olmayanları belirlemesi faal bir süreç olduğundan, bireyin tüm varlığıyla
farkında olması gerekmektedir. Çünkü kişinin çevresiyle arasında deneyimlenen
temas, “ben” ile “ben olmayan” arasındaki ilişki ya da “ben” ile “sen” in ayırt
edilmesidir. Temas, hem ilişkilendirmeyi hem de ayırt etmeyi içerinde
barındırır (Korb, Gorrell, & Van De Riet, 1989).
İyi temas, kendimizi,
duygusal, zihinsel, davranışsal, algısal, cinsel ve ruhsal varlığımızla, yani
bütün yönleriyle tam olarak sunabilme yeteneğidir. Bu irade eylemiyle ortaya
çıkabilecek bir şey değildir. İyi bir temas içinde olmak, açık tutum ve direnç
için kişinin yeteneğinin bir farkındalığını gerektirir. Nasıl temas kurduğumuz,
görme ve bakma, dokunma ve hissetme, tatma, koklama, ses çıkarma, jest, dil,
hareket gibi yollarla dünyamıza ulaştığımız yollardır (Mann, 2010). Temasın tüm
formları, karşılık gelen kutuplulukları ile birlikte, teması kemikleştiren veya
canlandıran, kişinin dünya etkileşiminde kendini gösterir (Wollants, 2012).
Temas, bir şeyi yapmak isteyip istemediğimizi
merak ettiğimiz her sefer meydana gelebilir veya her paragrafı okuduğunuzda
ortaya çıkar ve "buna inanmak ister miyim?" diye merak edersiniz.
Temas hissettikçe sınır belirginleşir. Çeşitli şekillerde enerjide bir artış
ile bunun farkına varabiliriz; kaygı, sorular, ilgi veya enerjinin genel farkındalığı.
Bu enerji, temas sınırında temasın sonucu olarak oluşmaktadır. Temas noktası
bilineni ve bilinmeyenini buluşturmaktır. Susuzluğun suyu bulduğu, insana
dokunmanın gereğinin bulunduğu yer veya bir babanın kaybedilmesinden kaynaklı
öfkenin bir miktar çözümüne kavuştuğu yer budur (Hamilton, 2014). Kişinin
çeşitli temas aşamaları boyunca kendini sürdüren ve harekete geçiren sağlıklı
heyecanın kendilik ya da ilişkisel destekten yoksun olduğu kanıtlandığında
temas kesintisi (contact interruption) gerçekleşir ve birey teması kopararak
kaçmak istediği kaygı veya acıya dönüştürür (Francesetti, 2007).
1.5.Temas
Biçimleri
Geştalt terapi
yaklaşımında, psikolojik sağlığın açıklanmasında önemli bir dayanak noktası
olan temas biçimleri; geri döndürme, iç içe geçme, duyarsızlaşma, kendini
seyretme, içe alma, saptırma ve yansıtmadır (Gökdemir-Aktaş, 2002).
1.5.1.
Geri Döndürme
Geriye döndürme
(retroflection), doğal olarak dışarıya doğru yönlendirilen enerjinin içeri
doğru çevrildiği bir süreçtir. Konuşmada, herhangi bir harekette veya bir
jestte herhangi bir dürtü eylemi yaşayan kişi, enerjilerinin akışını engeller
ve kendilerine çevirir. Dolayısıyla, vücudumuzda bir dudak ısırma, yumruk
sıkma, nefes sığlığı veya bacak sıvazlama gibi geri döndürme deneyimleri
sıklıkla yaşanır. Basitçe, esneme isteğinizi konuşmanın ortasında
durdurduğunuzda, ceza almamak için ön sıraya girmekten kendinizi engellemek
istediğinizde veya trafik müdürüne müdahale etmekten geri durduğunuzda, geri
döndürmeyi deneyimlersiniz (Sills, Lapworth, & Desmond, 2012).
İki farklı geri
döndürme türü vardır. Bunlardan ilki, bireyin başkalarına yapmak istediklerini
kendisine yapmasıdır. Sevgi, arzu, öfke, tiksinme, korku ya da üzüntüsünü ifade
eden biri eleştiri, reddedilme veya ceza ile yüz yüze gelebilir. Bu nedenle
kişi, duyguların bedensel ifadelerini üzgün yüz ifadesi, ses çıkarma, nefes
alıp verme, kaçma, uzanma ve itme hareketi gibi eylemlerle durdurmayı
öğrenebilir. (Kepner, 2014). Kendine döndürmenin ikinci şekli ise birey
kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, çevresine de aynı şekilde davranışlar
sergiler. Örneğin kişi merhamet görmek, diğerlerinin ilgisini üzerine toplamak,
sevilmek ve beğenilmek istiyorsa çevresindeki kişilere şefkat göstermekte,
onlara iltifatlar etmekte ve özen göstermektedir. Her iki durum içinde geçerli
olan şey, kişinin temel ihtiyacının karşılanmadan kalmasıdır (Clarkson &
Cavicchia, 2013).
Birçok kişi öfkesini
ifade ederse dünyaya zarar vereceğini veya onu yok edeceğini, cinselliğini
anlatırsa, manik veya sapık olacağını, sevgisini ifade ederse diğer insanların
sıkılacağını ya da boğulacağını, kendini överse kendisiyle alay edilebileceğini
veya dışlanacağını düşünür. Bundan dolayı, kendine döndüren kişiler duygu ve
isteklerini ifade etmekten kaçınarak, enerjilerini dışarıya dönük olarak
kullanmazlar ve kendilerine döndürürler. Oysaki, oysa uygun zaman ve biçimde
ifade edildiğinde düşünce, istek ve duyguları diğer kişilere iletmekte bir
sakınca yoktur ve bu ihtiyaçları karşılayabilmenin yegane yoludur. Geştalt
kuramı da, bireyin büyüyebilmesinin ve bütünleşebilmesinin, çevreyle temas
halinde olmaktan ve enerjiyi dışa yönlendirmesinden geçtiğini vurgulamaktadır
(Daş, 2006).
Geri döndürmenin
kullanılması bazı durumlarda faydalı ve gereklidir. Kepner (1982)’e göre
sağlıklı bir geri döndürme, kişinin kendini ifade ederken, kendi açısından bazı
kötü tepkilere maruz kalacağını düşünerek, bilinçli bir şekilde kendine engel
olduğunun farkında olmasıdır (Kepner’den aktaran Gökdemir-Aktaş, 2002).
Sağlıksız olanı, bu temas biçiminin alışkanlık haline gelmesi, kronikleşmesi ve
fark edilmeden yapılmaya başlanmasıdır (Gökdemir-Aktaş, 2002).
1.5.2.
İç İçe Geçme
İç içe geçme
(confluence), başkaları ile karışmanın ve kendi görüş ve isteklerini ifade
etmekten kaçınmanın bir yoludur (O'Leary, 2013). Sills vd., iç içe geçmeyi,
kişinin ben ile ben olmayan arasındaki sınırı yitirmesi ile çevrenin içine
karışması veya çevrenin içinde kaybolması olarak tanımlamaktadır (Sills,
Lapworth & Desmond, 2012). Sağlıksız iç içe geçen kişilerin sınır algısı
yoktur. Eşleri ve kendileri nadiren farklıdır ve sık sık "ben" yerine
"biz" şeklinde konuşurlar. Çoğul zamirin kullanımı yakınlık
göstermez, çünkü sağlıksız iç içe geçmede, kişiler arası uygun ve sağlıklı
temas oluşamamaktadır. Çünkü kendileri ve başkaları arasında bir sınır yoktur.
Bu kişiler, aile üyelerinin kişisel e-postalarını okumak, telefon görüşmelerini
dinlemek veya başkalarıyla yakın ilişki kuran kişilere izin vermemek gibi
davranışlarda bulunabilirler (O'Leary, 2013).
Sınırın işlevselliğini bütünüyle bozan kapalı
bir ilişkiyi temsil eden iç içe geçme, kendilik ve çevre sınırı üzerindeki
sonsuzluk işareti ile tarif edilir. Deneyimlerden ve geçmişteki ilişkilerden
koparken bunların yasını tutmak doğal bir şeydir fakat bununla birlikte eskiyi
bırakabilmek yeni bağlılıkların olasılığına açık olmaya olanak tanır.
Kendilerini tüketen, tükenme sendromu yaşayan profesyoneller ve işkolik
bireyler de bu durumu örneklendirebilir (Sezgin, 2002).
İç İçe Geçme temas
biçimini sıklıkla kullanan kişiler, her şeye uyum sağlamaya çalışırken, iç
deneyim ve dış gerçeklik arasında kesin bir sınır belirleyemezler ve bu durum
gerçek temasın oldukça zor olmasına neden olmaktadır (Corey, 2015).
1.5.3.
Duygusal duyarsızlaşma
Duyarsızlaşma
(desensitisation), bir kişinin kendi dünyasını hissetmek ve duyumsamak için
doğal yeteneklerini uyuşturduğu bir süreçtir. Bu onların, görme, duyma,
hissetme, tadına bakma, koklama, dokunma veya bunların herhangi bir
kombinasyonunu kullanma becerilerini azalttığı anlamına gelir. Duyarsızlaşma
süreci, bir kişinin acı çekerken duygularının iç dünyasını uyuşturduğunda da
oluşabilmektedir, örneğin sevilen biri öldüğünde. Açıkça, duyarsızlaşmanın en
sıklıkla, zararlı etkiye sahip olduğu evre, deneyim döngüsünün duyum evresidir.
Kişi algılarını kapatır, böylece dünyadaki birçok iç ve dış uyarana tam
anlamıyla tepki vermez. Örneğin, kolunu bir yere sertçe vurduğu halde, bedenindeki
rahatsızlıktan haberdar olmayan bir kişi gibi (Sills, Lapworth & Desmond,
2012). Yukarda da bahsedildiği gibi, duyarsızlaşma iki şekilde meydana
gelebilir: bunlardan ilki, bedensel duyumlara duyarsızlaşma, ikinci şekli ise
duygulara duyarsızlaşmadır (Daş, 2006).
Duyarsızlaşmayı,
duyumların donuklaşmasıyla ilgili olarak fonun bozulması ve tanınmaz hale
gelmesi olarak tanımlayan Kepner, kişinin duyumlarına duyarsızlaştıkça bunlara
yanlış anlamlar yüklediğinin altını çizmektedir ( Daş, 2006). Örnek olarak,
blumia yeme bozukluğunda olduğu gibi, kişi endişe duyduğunda bunu “acıktım”
şeklinde anlamlandırarak yeme isteği duyabilmektedir. Benzer şekilde, alkol
bağımlıları da kaygı, yanlızlık veya depresif duygularına duyarsızlaştıklarından,
bunlara alkol alma isteği olarak yanlış anlam yükleyebilmektedirler (Clarkson
& Cavicchia, 2013).
Joyce ve Sills (2014) duyarsızlaşmanın altında
yatan etmenler olarak, fiziksel veya duygusal istismar, yoksulluk ve şiddet
gibi travmatik deneyimlerin yer aldığını belirtmişlerdir (Joyce & Sills,
2014). Clarkson (2013) ise duyarsızlaşmanın kronikleşmesi halinde kişinin
yaşamın zevk ve neşe veren yanlarını fark edemeyip, bu durumun sürekli
yorgunluk, yaşama karşı isteksizlik gibi sonuçlara neden olabileceğinin altını
çizmektedir (Clarkson & Cavicchia, 2013).
1.5.4.
Saptırma
Saptırma (deflection),
sözcükten de anlaşılacağı üzere bu süreç, engellemeyi veya doğrudan temastan
kaçınmayı anlatmaktadır (Mann, 2010). Bu temas biçimini kullanan kişiler,
diğerlerinden gelen mesaj, duygu ve tepki ifadelerini göz ardı eder ve kulak
vermez. Bireyin kendi ihtiyaçlarının veya çevreden gelen isteklerin tam
farkında olmadığı bir koşulda, kişi dışardan gelen uyarıcının kendisine
yönelmesine engel olur (Kudiaki, 2013). Saptırmayı, kişi kendini stresli
durumların etkisinden korumak için kullanabilmektedir. Böylelikle birey
enerjisini doğal yolundan farklı bir yöne çevirmektedir. Birey nevrotik
düzeyde, çevresi ve kendisi ile çatışmaktan kaçarak kendi duygularını görmezden
gelmektedir (Tagay & Acar, 2012). Konuyu değiştirmek buna örnektir ve bu
manevra ince olabilir, "Beni seviyor musun?" diye soran bir
partnerin, “Bu, sevgiyle ne kastettiğine bağlı?" cevabını alması gibi.
Sapma genellikle dilde gerçekleşmektedir. Genellemelerin kullanımı, kalıplaşmış
dil, şimdiki zamanın daha fazla alakalı olduğu anlarda geçmişin tartışılması,
gülerek veya duygusal tepkileri sulandırarak birinin söylediği şeyin etkisini
azaltmak saptırma temas biçimini yansıtır (Mann, 2010).
Saptırma temas
biçiminin sık kullanılması, kişiyi hem diğerleriyle kurduğu temaslardan hem de
kendi deneyimlerinden uzaklaştırarak izolasyon duygularına neden olmaktadır
(Korb, Gorrell & Van De Riet, 1989). Saptırma, verileri, uyaranları ve
hatta duyguları içeri almak yerine bir yana ayırmaktadır. Birdenbire yatma
zamanını hatırlayan ufak çocuğun, bazı ödevleri veya piyano uygulamalarını
hatırlaması, yakınını kaybetmiş bir kişinin işine veya hobisine sarılması veya
rahatsız edici bir soruyla karşılaşan bir kadının, soruyu yönelten kişiye güzel
ayakkabılarını nereden aldığını sorarak konuyu değiştirmesi saptırma temas
biçimine ek örnek olarak gösterilebilir (Houston, 2003).
1.5.5.
İçe Alma
Çocuğun ebeveyn
zorunluluklarına karşı duyarlılığını anlatan, Geştalt terapisinin de ele aldığı
psikoanalitik terim olan "içe alma (introjection)", bilgiyi ve
kaynağını sorgulamadan, çevreden değerleri, kuralları ve davranış tarzlarını
alarak, öğrenme anlamına gelmektedir. Psikoanalitik teori, çocukların doğru sosyalleşebilmeleri
için, Odipal safhasına dek (5-6 yaş civarı), içe alma yoluyla öğrenmeye devam
etmeleri gerektiğinin altını çizmektedir. Perls vd. (1951/1996) ise, çocuğun
erken içe alma sürecini aşma eğilimini desteklemek, çocuğu barbarlığa götürmek
değildir; doğallığa saygı ve 19 sağlıklı gelişimin kendi kendini düzenlemesi
sürecidir (Perls, Hefferline & Goodman, 1951/1996). Direk yutmak yerine
çiğnemesine yardımcı olan dişlerle donanmış bir çocuğun, kendi tat alma
duyusunu geliştirmeye başlayıp, sevdiği veya istemediği şeylerin farkına
varabildiği gibi, aynı çocuk psikolojik olarak da çevreden neyi yutacağını
ayırt edebilmekte ve seçebilmektedir (Perls, Hefferline & Goodman,
1951/1996).
İçe alma süreci, çevreden gelen değerli
unsurları özümsemek ve istenmeyen veya zehirli unsurları ise ayırmak yerine
çevreden gelen materyalin, uygun bir şekilde hazmedilmeden, bütünüyle yutulması
ile ilgilidir. İçe almanın ikisonucu vardır bunlardan birincisi; içe almanın
bireylerin kendi gerçeklikleriyle temas kurmasına engel olmasıdır. Çünkü birey
her zaman bu yabancı yapılarla uğraşmak zorunda kalmaktadır. İkincisi ise, bu
içe almaların birbirleriyle uyumsuz olduklarında kişiliğin bütünleşememesine
sebebiyet vermesidir (Nelson-Jones, 2000).
İçe alan birey yaşam enerjisinin bir kısmını
kendine özgü isteklerini bastırmak ve unutmak için harcayarak kendisiyle
savaşmaktadır (Clarkson & Mackewn, 1993). İçe aldıklarının etkisi altında
olan bir kişi, içe aldıklarına uygun bir şekilde davranmak için, içinde bir
baskı hisseder ve bunların tersini yaptığında, hatta düşündüğünde bile
rahatsızlık duyar ve harekete geçemez (Joyce & Sills, 2014).
Shub (1998), içe almayı
pozitif ve negatif olarak ikiye ayırmıştır. Burada söz konusu olan pozitif ve
negatif tabirleri, içe alınan inançların, bireyin çevresi ile olan temasını ne
kadar engellediği veya kolaylaştırdığı ile ilgilidir (Shub’dan aktaran Daş,
2003). İçe alınan pozitif ve negatif mesajlar bireyin temas biçimlerini,
varoluş biçimini ve psikolojik sağlığını belirleyen en önemli faktörler arasındadır.
Pozitif içe alınan mesajlar, bireyin ihtiyaçlarının farkına varmasına,
karşılamasına ve dolayısıyla gelişmesine olanak sağlarken, negatif içe
alınanlar bireyin sürekli olarak engellenmesine, temas kuramamasına ve kendi
olamamasına neden olmaktadır (Daş, 2003).
1.5.6.
Yansıtma
Yansıtma (projection),
içe almanın tersidir. Yansıtmada, kendimizin belirli yönlerini çevremize
atfederek bunları reddederiz. Kişi, kendi benlik saygısına uymayan bu atıflara
sahip çıkmaz ve bunun sonucunda da başka insanlarda bu özelliklerin görülmesi,
kişinin kendi problemleri yüzünden başkasını suçlaması anlamına gelmektedir.
Başkalarında, kendilerinde kabul etmeyi reddettikleri nitelikleri görmek, kendi
duygularını ve oldukları kişi için sorumluluk almayı bırakmalarına neden
olmakta ve bu onları değişimi başlatmak için güçsüz kılmaktadır. Yansıtma temas
biçimini kullanan kişiler, koşulların kurbanı gibi hissetme eğilimindedirler ve
insanlarının söylediklerinin arkasında gizli bir mana olduğuna inanırlar
(Corey, 2015).
Bireyin olumsuz
yanları, ırk, sınıf, cinsiyet, yaş ve cinsel yönelim, temelinde farklı olduğu
gözlemlenen bir gruba yansıtılır. Bu kişiler yansıtılan tablonun olumsuz
vasıflarının, düşüncelerinin ve tavırlarının biriktiği bir depo görevi görür.
Yansıtma, yansıtan kişi için, kendisinin dışında konumlandırdığı taraflarının
varlığından kaçmaktır (Clarkson & Cavicchia, 2013). Kendisinde kabul
etmediği taraflarını başkasına atfetmesi ile kişi, başkalarını suçlayarak
sorumluluk almaktan kurtulmaktadır. Birey yeni bir olayı içe alma yoluyla
almakta ve temas aşamasında bu durumun kendisine uygunluğuna bakmaktadır. Bu
aşamada sıkıntı yaşayan kişi, yansıtmayı kullanmaktadır (Tagay & Acar,
2012).
Genellikle farkında olmadan başka birine kendi
ruh halimizi, korkularımızı veya arzularımızı yansıtırız. Başkasına
yönelttiğimiz "Bu akşam sinirli gözüküyorsun" cümlesi kendi
sıkıntımızı, öfkemizi örtebilir ya da "Her zaman olduğu gibi sen yine şunu
söyleyeceksin" şeklinde başlayan bir cümle buna örnek gösterilebilir. Öte
yandan, sağlıklı yansıtma, bir başkasını anlamamızı, ilişkiyi besleyen
davranışını öngörmemizi sağlar, "Ona vermeyi seçtiğim şey bu, bence onu
sevecek" (Ginger, 2007). Korb vd. (1989), bireyin kendi dünyasını, kendi
algılarına, kendi inanç, tutum, duygu ve imajlarına yönelik yaptığı
yansıtmalara göre yarattığını öne sürmektedir (Korb vd., 1989).
1.5.7.
Kendini Seyretme
Kendini seyretme
(egotizm), bireyin bir durumu yaşamak yerine, o durumu deneyimleyen kendisini
ve çevresel etmenleri uzaktan izlemesi durumudur. Bu temas biçiminde birey,
temas esnasında temasın yoğunluğunu yaşamak yerine “o şeyi yapan kişi” olarak
kendisi ile meşgul olmaktadır. Kendini seyretme, bireyin yaptıkları ile ilgili
olarak sürekli böbürlenmesi veya sürekli olarak kendini eleştirmesi biçimlerinde
ortaya çıkabilmektedir (Gökdemir-Aktaş, 2002). Bir diğer şekli ise, kişinin
başkalarına nasıl görünmesi gerektiği konusunda acı verici bir şekilde
farkındalığının oluşması ve her adımda onların hangi kritik düşüncelere sahip
olduğunu hayal etmesidir (Sills, Lapworth & Desmond, 2012). Bu temas
biçiminde kişiyi yönlendiren ana düşünce “insanlar beni tanırlarsa beni
değersiz görebilirler” düşüncesidir. Bu değerlendirmeyi kişi, ilk kez kendi
yapabilmek için sürekli kendini değerlendirmekte ve izlemektedir
(Gökdemir-Aktaş, 2002)
Kendini seyretme,
herhangi bir deneyime gerçek katılımı engeller. Kişi doğal olarak oluşacak
tamamlanma ve tatmin duygusunun farkında olmak yerine, kendisinin dışında durur
ve performansını değerlendirmek için kendine baktığının farkındadır. Bu
kişiler, geştaltlarının tamamlanma aşamasına karar vermek için içsel bir
duyguya atıfta bulunmazlar. Onları dikkatle inceleyen dış gözlemciler haline
gelirler (Sills, Lapworth & Desmond, 2012).
Temas sırasında kişinin kendini seyretmesi,
kişinin karşısındakine bir şeyler vermesine ve ondan bir şeyler almasına engel
olur. Eğer kişi sürekli kendisinin farkında ve tetikte olarak yaşamdaki kontrol
edilemeyecek şeyleri ya da sürprizleri kontrol etmeye yönelik davranırsa, yani
kendini bırakamazsa, sağlıklı bir temas kurulamaz ve birey ile çevresi
arasındaki ahenk bozulur (Daş, 2006).
Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman
Bütüncül Psikoloji
http://www.butunculpsikoloji.com/
Kaynakça
- ·
Bozkurt, S. (2006). Temas Biçimleriyle
Bağlanma Stilleri ve Kişilerarası Şemalar Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Doktora
Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
- ·
Brownell, P. (2009). Handbook for
theory, research, and practice in gestalt therapy: Cambridge Scholars
Publishing.
- ·
Brownell, P. (2010). Gestalt Therapy: A
Guide to Contemporary Practicise. Springer Publishing Company.
- ·
Clarkson, P., & Cavicchia, S.
(2013). Gestalt counselling in action: Sage.
- ·
Corey, G. (2015). Theory and practice of
counseling and psychotherapy: Nelson Education.
- ·
Daş, C. (2003). Hangisi Benim: İçe
Alınanlar. Geştalt Terapi Dergisi, 1(2), Bahar: 37- 52.
- ·
Daş, C. (2006). Bütünleşmek ve büyümek.
Ankara: HYB yayıncılık
- ·
Daş, C. (2009). Gestalt Terapi (2.
baskı). Hekimler Yayınlar Birliği.
- ·
Flanagan, J.S. ve Flanagan, R.S. (2012).
Counseling and Psychotherapy Theories in Context and Practice: Skills,
Strategies and Techniques (2. Baskı). John Wiley&Son, Inc. New Jersey.
- ·
Ginger, S. (2007). Gestalt therapy: the
art of contact: Karnac Books
- ·
Gökdemir-Aktaş, C. (2002). Gestalt Temas
Biçimleri Ölçeği Yeniden Düzenlenmiş Formun Türk Örnekleminde Faktör Yapısı,
Geçerliği ve Güvenirliği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, Ankara.
- ·
Gürdil, G. (2014). Yaşamın Temeli
İhtiyaçlarımız. Mayıs, 2014.
http://gestalt.org.tr/yazilar/yasamin_temeli_ihtiyaclarimiz.pdf.
- ·
Houston, G. (2003). Brief gestalt
therapy: Sage.
- ·
Joyce, P., & Sills, C. (2014).
Skills in Gestalt counselling & psychotherapy: Sage.
- ·
Korb, M. P., Gorrell, J., & Van De
Riet, V. (1989). Gestalt therapy: Practice and theory: Pergamon Press.
- ·
Kudiaki, Ç. (2013). Migren ve Gerilim
Tipi Baş Ağrısı Olan ve Olmayan Kişilerin Temas Biçimlerinin Anksiyete ve Öfke
Düzeyleri Açısından İncelenmesi. Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
- ·
Mackewn, J. (1997). Developing gestalt
counselling (Vol. 8): Sage.
- ·
Mann, D. (2010). Gestalt therapy: 100
key points and techniques: Routledge.
- ·
Nelson-Jones, R. (2000). Six key
approaches to counselling and therapy: Sage.
- ·
O'Leary, E. (2013). Gestalt therapy
around the world: John Wiley & Sons.
- ·
Özer, S. (2003). Geştalt Terapi Yaklaşımı
ve Direnç Kavramı. Geştalt Terapi Dergisi, 1(2), Bahar: 19-36.
- ·
Perls, F., Hefferline, R. F. &
Goodman, P. (1951/1996). Gestalt Therapy: Excitement and Growth in the Human
Personality. Great Britain: The Guernsey Press Co.
- ·
Philippson, P. (2012). Gestalt therapy:
Roots and branches-collected papers: Karnac Books.
- ·
Schultz, D., & Schultz, S. (2007).
Modern Psikoloji Tarihi [A history of modern psychology](Y. Aslay, Trans).
İstanbul: Kaknüs Yayınları.
- ·
Sezgin, N. (2002). Geştalt
Psikoterapisi: Temas İşlevleri ve Temasın Engellenmesi . Geştalt Terapi
Dergisi, 1(1), Güz: 15-42.
- ·
Sills, C., Lapworth, P., & Desmond,
B. (2012). An introduction to gestalt: Sage.
- Tagay, Ö., & Acar,
N. V. (2012). Gestalt temas engelleri ölçeğinin geliştirilmesi. Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Derg