28 Aralık 2016 Çarşamba


Obsesif Kompulsif Bozukluk

Obsesyon sözcüğü, Latince kuşatma anlamına gelen ‘obsidere’ sözcüğünden gelmektedir. Obsesyonlar, benliğe yabancı (ego-distonik) nitelikte olduğu için kişinin zihninden uzaklaştırmaya çalıştığı fakat aksine zihin alanını işgal eden, ısrarlı ve zorlayıcı her türlü, düşünce, dürtü ya da düşlemlerdir. Obsesyonlar, hastalar tarafından ‘takıntı, saplantı, evham ya da vesvese’ gibi terimlerle tanımlanmaktadır.

Obsesif kompulsif bozukluk, kişinin sosyal ve mesleki işlevlerinde belirgin bozulmaya yol açan, rahatsız edici, benliğe yabancı, yineleyici ve bunaltı oluşturan düşünceler (obsesyon) ve bunaltıyı gidermek için yapılan yineleyici davranış  ya da zihinsel eylemlerle (kompulsiyon) tanımlanan psikiyatrik bir bozukluktur.

Obsesyonları olan kişi, genellikle bu düşüncelere, dürtülere ya da düşlemlere önem vermemeye, bunları baskılamaya ya da başka bir düşünce ya da eylemle bunları etkisizleştirmeye çalışır. Kompulsiyonlar, çoğu kez obsesyonları etkisizleştirmek için yapılan, istenç dışı yinelenen hareketler ya da zihinsel eylemlerdir. Kompulsiyonların amacı, anksiyete ya da sıkıntıdan korunmak ya da bunları azaltmaktır. Birçok durumda kişi, obsesyona eşlik eden sıkıntıyı azaltmak ya da korktuğu bir olay ya da durumdan korunmak için bir kompulsiyonu yerine getirmeye zorlanmış gibi hisseder. Önce obsesyonun doğurduğu rahatsızlığı azaltmak için başlar ancak bu durum denetlenemez bir düzeye ulaşır ve bu yinelenen eylemin kendisi bunaltı yaratır. Kompulsiyonlar dışarıdan gözlemlenebilen bir davranış şeklinde olabileceği gibi dışarıdan gözlemlenemeyen zihinsel bir eylem biçiminde de olabilir.

Obsesif düşünceler ve kompulsif eylemler, gündelik  yaşamımızda düşüncelerimiz ve davranışlarımız arasındaki normal geri bildirim ve denetim halkasının parçasıdırlar. Ancak bu düşünceler ya da eylemler kişinin, günlük işlevlerini, mesleksel verimliliğini, alışagelmiş olduğu etkinliklerini ya da diğer insanlarla ilişkilerini etkileyecek düzeyde sık ve yoğun olduğu takdirde bir bozukluktan söz edilebilinir ve OKB tanısı gündeme gelir. Bu bozukluk, genellikle süreğen ve inatçı bir hastalık olduğundan, kişinin yaşamı kısıtlanır, verimi düşer, çevresiyle ilişkileri sağlıklı yürüyemez. Kişi saplantılarının aklına gelmemesi için ya da tekrarladığı eylemleri yapmamak için kendini zorlar fakat zorladıkça obsesyonlar artar ve kompulsiyonlar çoğalır.
OKB, en yaygın dördüncü psikiyatrik bozukluktur.  Hastaların %15’ inde mesleki  ve toplumsal işlevsellikte bozulmanın süreç içerisinde giderek arttığı bildirilmiş olup bu verilerle yeti yitimine en sık sebep olan on tıbbi durumun arasında yer almaktadır. Kesin olmamakla birlikte araştırmacılar OKB’nin yaşam boyu görülme sıklığının yüzde 1 ile 2 arasında olduğunu belirtmektedir (Clark, 2004).

DSM-IV-TR’ye göre (APA, 2000) obsesyonlar, kişide belirgin düzeyde sıkıntı yaratan, günlük yaşamla ilgili endişelerden farklı istenmeden gelen, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemlerdir. Kişi, bu düşünceleri, dürtüleri veya düşlemleri kendi zihninin bir ürünü olarak görür ve bunları engellemeye ya da baskılamaya çalışır. Kompulsiyonlar ise obsesyonların yarattığı sıkıntıyı azaltmak amacıyla kişinin yapmaktan kendini alıkoyamadığı tekrarlayıcı davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir. Bu davranışlar ya da zihinsel eylemler etkisizleştirilmesi ya da korunulması istenen şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da aşırıdır (APA, 2000). DSM-IV-TR’ye göre kompulsiyonları diğer tip tekrar eden davranışlardan (örn., patolojik kumar oynama, kleptomani, bağımlılıklar) ayıran bileşen kompulsiyonların keyif verici olmamasıdır.
OKB tanısı konulabilmesi için obsesyonların ve/veya kompulsiyonların varlığına ek olarak kişinin bunların aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul etmesi, obsesyonların ya da kompulsiyonların belirgin sıkıntıya neden olarak kişinin zamanını boşa harcamasına yol açması (örn., günde 1 saatten daha uzun zaman alması) ve kişinin günlük işlerini, mesleki işlevselliğini ya da ilişkilerini önemli derecede bozması, obsesyonel düşüncelerin ya da kompulsiyonların içeriğinin başka bir Eksen I bozukluğu ile sınırlı olmaması ve bir maddenin ya da genel tıbbi bir durumun yarattığı fizyolojik etkilere bağlı olmaması gerekmektedir. Obsesyonların ya da kompulsiyonların kişi tarafından aşırı ya da mantık dışı olduğunun kabul edilmesi ölçütünün karşılanmadığı durumlar için DSM-IV-TR’de “içgörüsü az olan” bir alt tip tanımlanmıştır (APA, 2000).

Epidemiyolojik çalışmalar, büyük bir fark olmamakla birlikte kadınlarda erkeklere oranla OKB’nin biraz daha yüksek oranlarda görüldüğünü ortaya koymuştur. OKB’nin başlangıç yaşı erkeklerde kadınlara göre daha erkendir (Lochner ve Stein, 2001). Kapsamlı gözden geçirme çalışmaları da erkeklerde OKB’nin daha erken başlangıçlı olduğunu desteklemektedir (Taylor, 2011). OKB’nin belirti kümeleri ve alt tipleri cinsiyetlere göre incelendiğinde kadınlarda erkeklere oranla temizlik alt tipinin, erkeklerde ise cinsel ve din içerikli obsesyonların daha sık görüldüğü bulunmuştur. Sıralama/simetri, biriktirme alt tiplerinin, saldırganlık içerikli obsesyonların ve kontrol etme kompulsiyonlarının erkeklerde daha fazla görüldüğüne ilişkin çelişkili bulgular ortaya konmuştur. OKB’nin başlangıç yaşına ilişkin çalışmalar hastalığın başlangıcının genellikle 18-24 yaşları arasına denk gelen genç erişkinlik dönemi olduğunu göstermektedir.

OKB dereceli olarak yavaş bir şekilde ortaya çıkabildiği gibi çoğu zaman stresli bir yaşam olayının sonucunda akut bir başlangıç da gösterebilmektedir. Bu doğrultuda çalışmalar, OKB hastalarının %50’sinden daha fazlasının belirli bir stresli olayın ardından (örn., travmatik yaşantılar, sevilen birinin kaybı v.b) akut bir semptom başlangıcı gösterdiklerini açığa çıkarmıştır (Oltmanns, Neale ve Davison,2003). Bulgular ayrıca, hamilelik ve doğum sonrası dönemin bazı kadınlar için OKB’nin başlangıcında bir risk faktörü oluşturduğunu ve OKB’nin başlangıcını tetiklediğini göstermektedir.
OKB’de eş tanı oranlarının yüksek olduğu belirtilmektedir (Clark, 2004). OKB tanısı alan kişilerin yüzde 90’ına yakın bir oranının bir başka bozukluğun daha tanı ölçütlerini karşıladığı görülmektedir. OKB ile eş tanılı olarak en sık görülen bozukluk grupları kaygı bozuklukları ve duygudurum bozukluklarıdır.

Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman


19 Aralık 2016 Pazartesi



Anoreksiya Nervoza
Anoreksiya nervoza ilk kez 1500’lü yıllarda Simone Porto O. Portio tarafından tanımlanmıştır. Açlık ve çileciliğin (asetizm) kutsal, özendirilen bir davranış olduğu bu dönemde, anoreksiya olarak tanımlanabilecek olan bu durum din uğruna dünya zevklerinden vazgeçme anlamına gelmektedir. Sonraki dönemlerde, amenore, iştahsızlık, aşırı hareketlilik ve zayıflıkla seyreden kadın olgular bildirilmiş olup, psikiyatrik bozukluk olarak kabul edilmesi son 30 yıl içinde mümkün olmuştur (Edelstein 1989, Scott 1988).
Anoreksiya  Nervoza  vücut yapısında ağır bir bozuklukla karakterize, zayıf olma adına kişiyi sıklıkla  ölürcesine açlık sınırına getiren bir durumdur.  Vücut algısının yanlış algılanması, şişmanlıktan aşırı derecede korkma söz  konusudur. Fiziksel bir rahatsızlıkla açıklanamayacak bir kilo kaybı söz konusudur. Kişiler şişmanlamamak için iştah kaybı olmaksızın besin alımını keserler.  Şişmanlamak ve yemek yeme kontrolünü kaybetme korkusu yaşarlar.  Anoreksik olan kişi kilosunun arttırılmasına karşı koyar.  Kilo vermek için yaptıklarını saklarlar.  Anoreksiyanın farklı nedenleri olabilmektedir. Genetik, kişisel ve çevresel faktörler etiyolojide etkili olmaktadır. Genetik olarak yatkın bireylerde psikolojik etkiler de riski arttırmaktadır.  Diyet yapan biriyle büyüme de risk faktörünü arttırmaktadır. Ayrıca psikolojik travmalar ve aile problemleri de hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır.   Alım gücünün yüksek ancak zayıf olmanın popüler olduğu toplumlarda daha yaygın olmakla birlikte gelişmekte olan ülkelerde de oranı artmaktadır.  Anoreksiya nervozanın en sık görüldüğü iki zirve dönem 14,5 yaş ve 18 yaştır. (Litt 1992) Ergenlik çağının getirdiği baskılarla ilgili ve buna karşı, büyümeye karşı olan bir tutum olarak kilo verme isteği ortaya çıkabilmektedir. Ergenliğe karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkan anoreksiya  ile kişi büyümeye  karşı sürekli direnç göstermek zorundadır ki büyüme dursun. Bu çaba yani ergenlikten kaçınmaya yönelik olan yemeğe karşı direnme kişinin bütün enerjisini yemek yememe davranışına yöneltmesine neden olur. Bu bir kaçınma davranışı olarak genellikle ergenlikte ortaya çıkar böylece beden ağırlığı azaltılarak büyümeyi durdurmaya çalışır. Durdurulan büyümeyi devam ettirebilmek için yememe davranışına devam etmesi gerekmektedir. Ergenlikte kişilik gelişimi ve davranış değişiklikleri psikolojik çatışmalara neden olabilmekte bunun sonucunda kişi diyete yönelebilmektedir. Zayıflığa özendiren kültürel yatkınlık psikolojik olarak motivasyonu arttırmaktadır. Bu faktörler hastalığın geliştiği kişilerde farklı dereceler de etkili olabilmektedir.
Anoreksiya nevroza hastalarında vücut ağırlığı ile aşırı ilgilenme altta yatan sorunların görünür şeklidir. Bu hastalarda kendine güvenin yetersiz olması, beklentilerin fazla olması, duygularını ve gereksinimlerini yeterince ifade edememeleri, aileden ayrılma endişesinin yaşanması gibi içsel çatışmalar olabilmektedir.  Hasta 18 yaşın altındaysa aile terapisi en etkili yöntemlerden biridir.  Aile terapisinde çocuğun emosyonel olarak aileden ayrılması ve aileden ayrı olarak bireyselliğini sağlayabilmesine yardım edilir. Yaşı daha büyük olan hastalarda ise bireysel terapi ile yardım edilir. Bireysel terapide hastanın ihtiyaçları belirlenir; duygularını, ihtiyaçlarınıbeklentilerini ifade etmesi sağlanır. Anoreksiya Nervoza da ilerleyen kilo kaybı hayati bir risk taşıdığı için hastanın hastaneye yatırılması gerekebilmektedir.  Sağlıklı bir tedavi için multidisipliner bir ekiple çalışıp hem fizyolojik hem psikolojik destek verilmelidir.

Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman