
Yüzyılın
ilk yarısında Healy, Alexander ve Karpman gibi araştırmacılar (akt.Checkley,
1976) bozukluğun psikojenik kökenlerine ve tepkisel doğasına dikkati
çekmişlerdir. Araştırmacılar bozukluğun altında bilinç dışı bir ceza görme
isteğinin, duygusal yoksunluk ya da çarpıtmaların, ben-merkezciliğin, bağlanma
problemlerinin ve “sorumluluk” kavramının yatıyor olabileceğini belirtmişler,
olguyu bir nevroz olarak ele almışlar ve önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Psikopatik
kişiliğin, Checkley (1976) tarafından yapılan tanımı bu kişilerin yüzeysel
çekiciliklerine, güvenilmezliklerine, yargılamalarının zayıf oluşuna, sosyal sorumluluk,
suçluluk, anksiyete ve vicdan azabı gibi duygulardan yoksun oluşlarına
odaklanırken, bozukluğun “sosyopati” olarak adlandırılmasıyla olgunun
psikolojik kökenlerinden çok sosyal kökenlerinden vurgulanmak istenmiştir.
DSM-II ile beraber “antisosyal kişilik” kavramı kullanılmaya başlanmış, DSM-III
ile birlikte ise bozukluğun suç davranışlarıyla ilgili özellikleri vurgulanmaya
başlanmıştır. DSM-III’ ün AKB’nin suça ilişkin özelliklerine vurgu yapması
sebebiyle bozukluğun sevme kapasitesinden yoksun olma, vicdan azabı ya da utanç
duymama, deneyimlerden öğrenmeme gibi psikolojik boyutlarının ihmal edildiğine
ilişkin eleştiriler sonrası DSM-III-R’ de “vicdan azabı duymama” olgusu
vurgulanmış, DSM-IV ile beraber ise psikopatik kişilik özellikleri ve suç davranışlarının
her ikisi de vurgulanmaya başlamıştır (akt. Sperry, 2003).
AKB’nin
özelliklerine genel olarak bakıldığında, erken yaşta başlayan davranım
bozukluğunun yetişkin yaşamda antisosyal davranışlara dönüşmüş olduğu
görülmekte; bu kişilerin davranış kontrollerinin zayıf olduğu, vicdan ve
empatiden yoksun oldukları, sorumsuz, manipülatif ve hilekar davrandıkları
belirtilmektedir. Kendilerini büyük görmektedirler ve ben- merkezlidirler.
Yüzeysel bir çekicilikleri vardır ancak uzun süreli kişisel vaatleri yerine
getirememektedirler. Dürtüsel ve öfkelidirler .
Checkley’in
(1976) psikopati tanımı şöyledir:
1.
Yüzeysel bir cazibe ve iyi bir zeka.
2. Sanrı
ya da gerçek dışı düşüncelerin yokluğu
3.
Psikonevrotik belirtilerin yokluğu
4.
Güvensizlik
5.
Yalancılık, samimiyetsizlik
6.
Vicdan azabı ve utancın olmaması
7.
Yetersizlik
8.
Deneyimlerden ders almama ve zayıf yargı
9.
Patolojik düzeyde bencillik ve sevmede yetersizlik
10. Pek
çok duygusal tepkide genel bir yoksunluk
11.
İçgörü yokluğu
12.
Kişilerarası ilişkilerde sorumsuzluk
13.
Fantastik davranışlar (kimi zaman alkol ve madde kullanımı ile birlikte)
14.
Nadir olarak ortaya çıkan intihar davranışı
15.
Seçkisiz cinsel yaşam
16.
Yaşam planı çizmede başarısızlık.
AKB’ nin
Millon ve Everly (1985) tarafından ortaya konan davranışsal özeliklerine
bakıldığında, bu kişilerin patolojinin şiddetine göre korkusuzluktan kişiyi
tehlikeye sokan bir ataklığa uzanan davranışlarda bulundukları, genellikle
dürtüsel, öfkeli ve sorumsuz davrandıkları, bu noktada diğerlerinin haklarını
gözetmedikleri, sıklıkla risk alma davranışlarına girdikleri görülmektedir. Bu
kişiler manipülatif ve hilekar davranırlar. Mali yükümlülüklerinin ya da işle
ilgili yaptıkları anlaşmaların sorumluluğunu taşınmazlar.
Kişilerarası
alanda yine
patolojinin şiddetine göre karşıt olmadan çatışmaya girmeye kadar uzanan
davranış örüntüleri sergiledikleri, diğerlerine güven duymadıkları ve bu
noktada sadakat ya da vicdan azabı hissetmedikleri, kişilerarası ilişkilerinde
yakınlığı devam ettirme ve sorumluluk alma alanlarında güçlük yaşadıkları,
ilişkilerinde öfkeli oldukları ve yarışmacı davrandıkları belirtilmektedir.
Tartışmacı, istismar edici, acımasız davranışlarda bulunmakta, “haklılıkları”
konusunda ısrarcı olmaktadırlar.
AKB olan
kişilerin kişilerarası alandaki güçlüklerinin bu kişilerin diğerlerine yönelik
güvensizlikleri ve kontrol etme ihtiyaçlarından kaynaklandığı belirtilmektedir.
Bahsedilen davranışların altında başkalarından zarar göreceklerine dair genel
bir korku ve güvensizlik yatmaktadır.
Bilişsel
anlamda, AKB olan bireylerin katı bilişsel örüntüler gösterdikleri,
bilişlerinin tehdit edilme ve tetikte olma içerikli olduğu görülmektedir. Bu
kişiler dış yüklemeler yapmakta, kendi öfkelerini diğerlerine
yansıtmaktadırlar. Diğerleri cezalandırıcı olduğundan kendi davranışlarını bir
savunma olarak görmektedirler. Bu kişilerin duygulanımlarının ise, kendilerini
korumak adına yakınlık, hassasiyet, sıcaklık gibi “zayıf” duygulardan uzak
olduğu ve öfke, kızgınlık, düşmanlık, kincilik gibi duygular etrafında örüldüğü
görülmektedir. Başkalarının sevecen davranışlarından şüphe duymaktadırlar.
Engellenmeye tahammülleri düşük olduğu için kolaylıkla sözel ya da fiziksel
olarak saldırganlaşabilmektedirler. Kendilerini “güçlü” ve “gerçekçi” olarak
algılamakta, başa çıkma mekanizması olarak ise eyleme vurma (acting out) ve
mantıksallaştırmayı kullanmaktadırlar.
AKB olan
kişiler yasalara uygun toplumsal davranış biçimlerine ayak uyduramamaktadırlar.
Cinayet, kavgacılık, sahtecilik, hırsızlık, cinsel kötüye kullanım, alkol ve
psikoaktif madde kötüye kullanımı, kumara düşkünlük, toplum içinde ve aile
yaşamında sorumsuz davranış örnekleri gösterme gibi toplumsal normlara ve
yasalara ters düşen, suç sayılan davranışlarda sıklıkla bulundukları ve
genellikle davranışlarını telafi etmedikleri ya da düzeltmedikleri
bilinmektedir.
DSM- IV
tanı ölçütleri de bozukluğun ağırlıklı olarak dürtüsellik, saldırganlık ve suç davranışları
yanını vurgulamaktadır. Bu davranışların yanı sıra gelecek için tasarılar yapmama,
yaptıklarına kendince mantıklı açıklamalar getirme ile belirli vicdan azabı çekmeme
yine DSM-IV’de yer alan özelliklerdir.
Dünya
Sağlık Örgütü tarafından 1992 yılında yayınlanan ICD-10 (International Classification
of Disease) çerçevesinde ise, AKB, başkalarının hissettiklerine karşı katı bir
aldırmazlık, toplumsal değerler, kurallar ve zorunluluklara karşı inatçı bir
tanımazlık ve sorumsuzluk, ilişki kurmada güçlük olmamasına karşın ilişkileri
uzun sürdürememe, engellenme eşiğinin ve şiddeti içeren saldırganlığın dışa vurulmasında
eşiğin çok düşük olması, suçluluk duymama ve deneyimlerden, özellikle cezadan
yararlı ders almama ve başkalarını suçlamaya ve toplumla çatışan davranışlar
için akla uygun gerekçeler bulmaya yatkınlık olarak tanımlanmıştır
Antisosyal
Kişilik Bozukluğu’nun(AKB) Etiyolojisi
1.Psikolojik Faktörler
AKB’nin
etiyolojisine ilişkin psikolojik etkenler psikodinamik ve psikoanalitik kuramlar,
öğrenme kuramları ve bilişsel kuramlar tarafından ele alınmaktadır. Gerek psikoanalitik
gerekse psikodinamik kuramlar, AKB’yi süperego gelişimindeki eksiklik ya da
patolojiye bağlamaktadır. Psikanalitik kuramcılar antisosyal kişiliğin
narsistik kişilikte olduğu gibi patolojik büyüklenmeci benlikten
kaynaklandığını, özellikle AKB’de öfkeli içealımların söz konusu olduğunu öne
sürmektedir. Buna göre ebeveynin çocuğa yönelik ihmali ya da istismarı
sebebiyle çocuk düşman bir ebeveyn imgesini içselleştirmekte, ebeveyni
güvenilmez ve düşmanca bulmaktadır. Bu durum sevgi gösteren bir anne nesnesinin
yokluğuyla birleştiğinde temel güven duygusu oluşamamakta ve ayrışma–bireyleşme
sürecinde bir saplanma meydana gelmektedir.
Bahsedilen
süreç sebebiyle çocuk nesne devamlılığını da kazanamamaktadır Anne nesnesi
düşman ve yabancı olarak görüldüğünden, çocuğun annesi ile kurması gereken bağlanma
ilişkisi ve duygusal deneyimleri çözülmekte, bunun yerini diğerleriyle kurulan
sadistik, yıkıcı ve kontrole dayanan ilişkiler almaktadır.
Kernberg
(2000), “habis narsizm sendromu “ ya da “toplum karşıtı kişilik
bozukluğu”olarak adlandırdığı AKB’yi bir yanıyla tipik bir narsistik kişilik
bozukluğu olarak görmekte, bozukluğu patolojik nesne ilişikleri ve üst- ben
patolojisi olarak ele almaktadır. Kernberg’e göre çocuklukta bakıcıyla sürekli
bir ilişkinin yokluğu ya da örseleyici yaşantıların olması sebebiyle bu
kişilerin üstbenlik gelişimlerinde eksiklik ya da patoloji ortaya çıkmaktadır.
2. Bilişsel Yaklaşımlar
Bozukluğa
ilişkin bilişsel- davranışçı formülasyon, bu kişilerin bir takım kendine hizmet
eden (self-serving) bir takım bilişsel çarpıtmalar yaptıklarını ortaya
koymaktadır. Bunlar sırasıyla bahane bulma (bir şeyi istemenin ya da bir
şeyden kaçınmak istemenin davranışı meşrulaştırdığı), düşünmenin inanç
olması (düşünce ve duyguların her zaman doğru olduğuna inanmak), kişisel
katılık (kişinin seçimlerinin her zaman iyi ve doğru olduğuna inanması), duyguların
kanıt kabul edilmesi (davranışlarının doğru olduğunu hissetmekten dolayı
haklı olduğunu düşünme), diğerlerinin kararları hakkındaki görüşlerinin
önemsiz olduğunu düşünmesi ve düşük sonuç olasılığı (kişinin
istenmeyen şeylerin olmayacağına ya da kendisini ilgilendirmeyeceğine inanması)
bilişsel yaklaşımların ortaya koyduğu çarpıtmalardır.
Bilişsel-
davranışçı yaklaşımlara göre kişinin aktarılan bilişlerinin altında kendine ve diğerlerine
ilişkin inançları yatmaktadır. Bu kişiler kendilerini kendi yolunda giden (loner),
güçlü ve özerk kişiler olarak algılamakta, dünyayı ise zalim, güç ve her an aldatılabilecekleri
bir yer olarak görmektedirler. Diğerlerine ilişkin algıları ise diğerlerinin
manipülatif, sömürücü, güçsüz ve dayanıksız oldukları şeklindedir. Bu yüzden
AKB olan bireyler kendilerini kollamaları ve diğerlerinden daha atak olmaları gerektiğine,
aksi halde diğerlerinin kendilerini manipüle edeceklerine inanmaktadırlar. (Beck
ve Freeman, 1990).
Bir
başka temel inançları, her zaman haklı olduklarına ilişkindir; bu yüzden davranışlarını
sorgulama ihtiyacı duymazlar. Yine diğerlerine yönelik güvensizliklerinden
dolayı, geçmiş, mevcut ya da geleceğe ilişkin davranışları konusunda tavsiye ya
da rehberlik almazlar. Yalnızca şimdiki zamana odaklandıklarından
davranışlarının gelecekteki sonuçlarını öngöremezler (Beck ve Freeman, 1990).
3.Öğrenme Yaklaşımları
Öğrenme
yaklaşımı açısından bakıldığında, AKB olan bireylerin koşullu korku tepkilerini
öğrenmedikleri, bu yüzden bu kişilerin korku ve korkunun azalmasına yönelik
kaçınma tepkilerini öğrenmede güçlükler yaşadıkları görülmektedir . Ayrıca
yaşamlarının erken dönemleri boyunca maruz kaldıkları örseleyici yaşantılar
sebebiyle AKB olan bireyler saldırgan davranışlara edimsel olarak koşullanmış
olabilirler. AKB olan kişilerin kötülük göreceklerine, diğerleri tarafından
aldatılacaklarına ilişkin korkuları olduğu hatırlandığında, düşmanca, karşıt,
manipülatif davranışlarının yukarıda bahsedilen olumsuz beklentilerin
gerçekleşme olasılığını azaltmaya yönelik negatif pekiştireç işlevi olduğu ve
böylelikle bozukluğun sürmesine hizmet ettiği öne sürülmüştür (Millon ve Everly,
1985).
4.Bağlanma Kuramı
Bağlanma
kuramı pek çok psikopatolojinin açıklanmasında olduğu gibi AKB’ nin ele
alınmasında da önemli yer tutmaktadır. Temel bakım veren bakıcıyla kurulan
bağlanma yaşantısı, çocuğun gerek benlik ve diğerlerine ilişkin temsillerini,
gerekse de bağlanmayla ilişkili düşünce ve davranış stratejilerini etkilemektedir.
Bu noktada kayıp ya da istismar gibi olumsuz yaşantılar, çocuğun benlik ve
diğerlerine ilişkin olumsuz temsiller geliştirmesine ya da çocuğu
psikopatolojiye yatkınlaştıran bir takım düşünce ve davranış stratejileri
geliştirmesine sebep olabilmektedir.
Bakıcılarla
yaşanan uzun süreli ayrılıkların, babanın antisosyal ya da sapkın davranışlarının
olması ya da annenin sıcaklıktan yoksun ve ihmal edici bakım vermesi gibi
bağlanma ilişkisini bozucu yaşantıların AKB ile ilişkili olduğu bilinmektedir.
Zanarini
(1989) tarafından yapılan bir çalışma, AKB olan bireylerin % 89’unun çocukluklarının
bir döneminde bakıcılarıyla uzun süreli ayrılıklar yaşamış olduklarını, yine
büyük bir çoğunun fiziksel istismar ya da katı disiplin uygulamalarına maruz kaldığını
göstermektedir. Yapılan diğer araştırmalar da AKB olan bireylerin güvenli bir bağlanma
yaşantısının kuramamış olduklarına işaret eden kayıtsız ya da korkulu bağlanma
stillerine sahip olduklarını göstermektedir.
5. Psikososyal Faktörler
Psikososyal
faktörler genel olarak değerlendirildiğinde, araştırma bulgularının AKB olan
kişilerin daha çok düşük sosyoekonomik düzeyden ve kırsal kesimden olduklarına;
kentlere ya da dış ülkelere göç ettikleri ve buralarda yapılaşmamış kenar
mahallelerde güç koşullar altında yaşamış olduklarına; aile içi çatışmaların
yaygın olduğu, alkolizme, kumara, suça yönelimli ve aşırı dayak atan
ana-babanın bulunduğu düzensiz, parçalanmış, kaotik ailelerden geldiklerine;
çocukluk ve ergenliklerinde cinsel ve fiziksel kötüye kullanım ve ihmale maruz
kaldıklarına; bu kişilerde özellikle yaşamın ilk yıllarında ebeveyn
kaybı/ebeveynden ayrılma ve duygusal yoksunluk öykülerinin olduğuna işaret
ettiği görülmektedir (Türkçapar, 2002).
Ebeveyn
tutumlarının psikososyal faktörler içinde oldukça önemli bir rolünün bulunduğu
görülmektedir. Buna göre ebeveynlerin düşmanca tutumları, yetersiz rol modeli
olmaları (evde otorite figürünün olmaması ya da ebeveynlerin çocuğa çok az rehberlik
etmiş olmaları), tutarsız disiplin davranışları, istismar edici davranışlarda bulunmaları,
çocuğun öfke davranışlarının pekiştirilmesi gibi etkenler biyolojik yatkınlıklarla
etkileşerek bozukluğun gelişiminde önemli rol oynamaktadırlar (Patterson,
2002).
Etiyolojide
rol oynayan, ebeveyn tutumlarına ilişkin bir başka faktör, ebeveynlerin genellikle
antisosyal davranışların tersi olarak düşünülen “yeterliğin” (competence) kazanılması
sürecindeki etkisiyle ilişkilidir. Kontrol, disiplin, yakınlık ve olumlu pekiştirme
gibi ebeveynlik özelliklerinin yeterliğin kazanılmasına işaret eden akademik yetenek,
iyi akran ilişkileri ve kendilik saygısı gibi değişkenlerle ilişkili olduğu anlaşılmıştır.
Öte yandan, yukarıda aktarılan ebeveynlik stilleri, AKB olan bireylerin
yeterliğini kazanmasını engeller niteliktedir.
Araştırma
sonuçları, çocukluk döneminde yaşanan cinsel, duygusal ve fiziksel istismar ve
ihmalin, pek çok bozuklukla beraber AKB’nin etiyolojisinde de rol oynayan en önemli
faktörler olduğuna işaret etmektedir. Fiziksel ve duygusal istismarın zeka
testlerinden daha düşük puan almayla, daha az empati kurmayla, bilişsel
bozulmalarla (deficit), daha yüksek depresyonla ve gerek aile gerekse
akranlarla ilişkilerde güçlükler yaşamayla ilişkili olduğu bilinmektedir.
Ayrıca istismara uğramış çocukların akranlarına karşı çok daha agresif
oldukları ve bir kısmının kurbanken “istismar eder hale geldikleri bildirilmektedir
.
Genelde
kişilik bozukluklarının, özelde ise AKB’nin etiyolojisine ilişkin açıklama getiren
yaklaşımlar zamanla biyopsikososyal ve bütüncül bir çerçeveye yönelmişlerdir.
Bu
yaklaşımların bozukluğa nesne ilişkileri ve bağlanma kuramlarıyla bütünleşen, kişilerarası
ilişkilere yönelik açıklamaları da kapsayan bir bakış açısıyla yaklaştıkları ve
bilişsel-kişilerarası bir formülasyon yaptıkları görülmektedir .
Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman
Bütüncül Psikoloji
Danışmanlık ve Eğitim Merkezi
Kaynakça
Beck, A.
T., & Freeman, A. (1990). Cognitive therapy of personality disorders. New
York:
Guildpress.
Checkley,
H. (1976). The mask of sanity (5th ed). Saint Louis: The C. V: Mosby
Company.
Kernberg,
O. (2000). Sapıklıklarda ve kişilik bozukluklarında saldırganlık.
İstanbul:
Metis.
Millon,
T., & Everly, G. S. (1985). Personality and its disorders: A biosocial
learning
approach. New York: John Wiley, &
Sons.
Patterson,
G. R. (2002). The early development of coercive family process. (In
Antisocial
behaviour in children and adolescence: A developmental analysis
and
model for intervention; J
B. Reid, G. B. Patterson and J. Synder, Eds.)
Washington:
APA.
Sperry,
L. (2003). Handbook of diagnosis and treatment of DSM-IV-TR Personality
Disorders.
New York:
Brunner-Routledge.
Türkçapar,
M. H. (2002). Antisosyal kişilik bozukluğunda suç ve şiddet eylemlerine göre
sosyal
ve psikolojik özellikler.
Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara
Üniversitesi,
Ankara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder